Türk Edebiyatının Önemli Kadın Şairi Şüfuke Nihal İLESAM CUMARTESİ SOHBETLERİ ve ŞİİR DİNLETİSİ (4 Mart 2017) "Türk Edebiyatının Önemli Kadın Şairi Şüfuke Nihal” Otuz yıldan beri sanata, kültüre, edebiyata hizmet etmekte İLESAM. Yaptığı pek çok hizmetin yanı sıra her cumartesi günü aktüel konuların konuşulduğu, şiirlerin hayat bulduğu etkinlikleri tüm hızıyla devam etmekte. Bu etkinliklerden biri daha 04 Mart 2017 tarihinde gerçekleştirildi. Bayan üyelerinin ‘Kadınlar Günü’nü kutlayarak konuşmasına başlayan Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği Genel Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız “Sanatçı olmak zor, kadın olmak zor; çünkü sorumlulukları çok. Sanatın cinsiyeti olmaz ama kültür ve geleneklerimizin kadınlarımızın yazdıkları üzerinde baskı yarattığı bir gerçek.” dedi. Parmaksız “Eleştiri tekâmülün kamçısıdır. Bizler, Yönetim Kurulu olarak eleştiriye açığız ancak eleştiride de hakkaniyetli olmak lazım. Hocalı Soykırımını konu alan Kâğıt Kabir filmi çeşitli belediyelerde gösterimine devam edecek. Bu filmi niye yaptık; çünkü Ermeniler yüz yıldır bir yalan söylüyor. Biz de bu noktada yapılmamış olanı yapalım istedik. Bu büyük bir davaya hizmet. Film gerek senaryosuyla gerek çekimi ile özgün ve farklı. Hocalı Soykırımı ortada; bizler gözden kaçan bir şeye dokunmayı seçerek oradaki kardeşlerimizin nelerle mücadele ettiğini ortaya çıkardık. Kapı ne kadar büyük olursa olsun onu açan küçük bir anahtardır.” diyerek duygu ve düşüncelerini paylaştı. Milli Birlik ve Beraberlik Sempozyumu’nun 23 Mart 2017 tarihinde saat 10.00’da Ankara’da Milli Eğitim Şura Salonu’nda yapılacağını da sözlerine ekleyen Mehmet Nuri Parmaksız, sempozyumun 4 oturumdan oluşacağı ve 25 öğretim üyesinin bildiri sunacağı noktasında bilgi vererek konuşmasını yapmak üzere İLESAM Genel Başkan Yardımcısı İlter Yeşilay’ı kürsüye davet etti. Program, İlter Yeşilay’ın "Türk Edebiyatının Önemli Kadın Şairi Şüfuke Nihal” konusunu anlatması ile devam etti. İLESAM Genel Başkan Yardımcısı İlter Yeşilay’a konuşma metnini bizlerle paylaştığı için teşekkür ediyor ve metinden derlediğimiz bilgileri sizlere aynen aktarıyoruz: TÜRK EDEBİYATINDA ŞÜKUFE NİHAL Hayatı İstanbul’un mutena semtlerindeki bir köşkte başlayıp, kimsesiz, yalnız ve çaresiz bir huzur evinde biten Şükufe Nihal, döneminin en güçlü kadın şairlerindendi. 1896 yılında İstanbul’da Yeniköy civarında bir köşkte doğan Şükufe Nihal’in babası Eczacı Miralay Ahmet Abdullah Bey, annesi Nazire Hanım’dır. Baba tarafından soyu Kastamonu’nun ileri gelen ailelerinden Katipzade’lere dayanmaktadır. Dedesi Doktor Emin Paşa Osmanlı Padişahı 5. Murad’ın sertabibliğinde bulunmuştur. Oldukça kültürlü bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiş olan Nihal, çocukluğu boyunca ailesinin özellikle de babasının ihtimamını üzerinde hissederek büyümüştür. Miralay babasının görevleri nedeniyle çocukluğu ve ilk gençlik yılları, Anadolu’nun çeşitli bölgeleri ve Manastır, Şam Beyrut ve Selanik gibi yerlerde geçmiştir. Edebiyata ve eğitime çok önem veren babası bu yüzden onu özel okullarda ve evde özel öğretmenler vasıtasıyla yetiştirmiştir. O günleri anlatırken Şükufe Nihal, babasının bilgisinden görgüsünden ve entelektüel kişiliğinden çok yararlandığını özel hocalardan aldığı derslerle Müsbet İlimler, Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendiğini anlatmaktadır. Özellikle Miralay Ahmet beyin evinde 2. Meşrutiyet döneminde yapılan fikir ve sanat toplantılarının o zamanlar henüz 12 yaşında olan küçük Nihal’in duygu ve sanat dünyasında büyük etkisi olmuştur. Devrin ünlü simaları, siyaset ve sanat insanlarıyla dopdolu geçen bu sosyal yaşamın onun ileriki dönem yaşantısında, aşklarında ve fikir dünyasında önemli bir rol oynadığını anlıyoruz. Şükufe Nihal 1914 yılında İstanbul’da İnas Darülfünununa yani kadınların okuması için açılan üniversiteye girmiştir. Fakat bunun için çok mücadele etmek zorunda kalmıştır. Babasının Şam’a tayini üzerine onu evlendirmesiyle, şartlarını uygun bulmayan üniversite tarafından kabul edilmeyen Nihal, içinde yanan okuma aşkını evliliğine tercih ederek eşinden boşanmış ve tekrar başvurduğu sınavları kazanarak üniversiteye girmiştir. Üniversiteye devam etmek şair için öylesine büyük bir tutkuydu ki; istemediği bir evliliğin çaresizliği içerisinde bileklerini keserek intihara bile teşebbüs ettiğini bizzat kendisi itiraf etmiştir. Hassas şair buna ait izleri ölene kadar bileğinde saklamıştır. Geçirdiği acılardan dolayı kadınların okumasına ve kişisel haklarını kazanmasına karşı oldukça duyarlı olan şair, aslında çocuk yaşlarından itibaren kalemini bu ideali için çalıştırmıştır. Onu basın dünyasına tanıştıran ilk yazısını da 12-13 yaşlarında bu konu üzerine kaleme aldığını düşünürsek. Temelde yatan fikri aydınlığını da görmüş oluruz. Bu yüzden hayatı boyunca memleket meselelerinin ve kadın hareketlerinin öncülerinden biri olmuştur. Üniversitelerde karma eğitimin yapılması için ilk harekete geçenlerden birisi de o olmuştur. Bu çalışmaları sayesinde ilk olarak üniversitelerin Fen ve Edebiyat bölümlerinde karma eğitim başlamıştır. Mezuniyetini takiben öğretmenlik görevine başlayan Şükufe Nihal liselere tayin edilen ilk kadın öğretmen olmuştur. Lise öğretmenliği sırasında edebiyata ve okumaya yetenekli ve hevesli gençlere yakınlık göstermiş, onları bütün kalbiyle teşvik etmiştir. Fakat bana göre Şükufe Nihal’in fırtınalı ruhunda duygu ve sanatını hep ileriye taşımak, fikirleri çerçevesinde ideallerini gerçekleştirecek ivmeleri yaratmak halet-i ruhiyesi, bazen de ansızın geri çekilmesine ve iç dünyasında yapması gerekenlerle, yaptıklarını kıyaslamasına yol açıyordu. Etrafındaki fikir, sanat ve edebiyat tartışmaları yapılmazsa beyninin uyuştuğunu anlatan yazarın bu geri çekilişleri bazen hayatında öylesine güçlü değişiklikler yaratıyordu ki şu örneği verecek olursam anlayacaksınız: İstanbul Kız Lisesi’nde coğrafya öğretmenliği yaparken, bir gün sınıfa ders vermeğe giriyor. Öğrencilerine işledikleri konu hakkında bilgiler verirken sınıfların birinden gelen müzik sesi dikkatini çekiyor. Bu kendisine ait bir güftenin bestelenip şarkı olmuş halidir. O andan itibaren okuttuğu dersi tatsız ve soğuk bulan Nihal derhal istifasını verip dört sene öğretmenlikten uzak kalmak üzere evine çekiliyor. 16 yaşında kendi arzusu hilafında Mithat Sadullah beyle evlenen ve bir oğlu olan yazar o dönemin şartları dolayısıyla çok radikal sayılabilecek bir kararla boşanmıştır. Bunu kadınlara boşanma hakkının ilk verildiği ve sosyal hayattaki konumlarıyla ilgili tartışmaların olduğu bir dönem için cesurca bir karar olarak addedebiliriz. Fakat ilk evliliğinden olan oğlu Necdet’in onun hayatında her zaman özel bir ayrıcalığı ve yeri olmuştur. Aslında genç yazarın duygu dünyasına şöyle bir bakacak olursak onun ilk aşkının kendisine aruz teknikleri konusunda ders veren Osman Fahri olduğunu biliyoruz. Cenap Şahabettin’in kardeşi olan Fahri, aynı zamanda Şükufe Nihal’in eşi Mithat Sadullah’ın da arkadaşıdır. İçinde bulunduğu imkânsız durumun çaresizliğini ve acılarını çeken genç adam her şeyden uzaklaşmayı ister ve Anadolu’ya tayinini çıkarttırır. Fakat bu kaçış ve uzaklaşma onu kendisine getireceğine daha derin ve içinden çıkılmaz buhranlara sürükler. Sonunda içine düştüğü kara sevda yüzünden hayatından vazgeçerek 1920 yılında kendisini kafasından bir silahla vurarak intihar eder fakat ölmez. Beynindeki kurşunla İstanbul Fransız hastanesinde tedavi görürken cinnet getirerek öldüğü söyleniyor. Aşkın ve çaresizliğin karmaşası içinde kaybolan bir hayatın başrol oyuncusu olan Osman Fahri öldüğünde henüz 30 yaşlarında bir gençtir. Şükufe Nihal elbette ki hassas ruhlu ince ve nazik bir kadın olarak Osman Fahri’nin duygularını biliyordu. Fakat onun aşkının intihara varacak bir karasevdaya dönüşmesini ve kendi duygularını çok sonraları, hayatının buhranlı dönemlerinde anlamış olmalı… Bazılarına göre aslında tek gerçek aşkının o olduğunu söylediği dostları varmış. Ölümle ebedileşen bu aşkın yüceliğinde kendi aksini gören Nihal’in bazı şiirlerinde bu aşka ait mısralar rastlayabiliriz. Bunlar tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolup giden esrarlı hikayeler… Fakat bir şair olarak kendisine böylesine âşık birinin onun edebi kişiliğine romantik ve hüzünlü geldiği gerçektir. Özellikle evliliklerinde aradığını bulamayınca düştüğü yalnızlık duygusu ve buhranlı anlarında geçmişin şaşaalı ve güzel günlerine döndüğünde aşkı için intihar eden bu genç adamı hatırladığını muhakkak. Aşkını ölümle ebedileştiren Osman Fahri’nin sık sık aklına geldiği ve pişmanlık duyduğu bellidir. Şükufe Nihal on yedi yaşında bu aşkı yaşamıştır. Fakat evlidir ve bunu bir hata belki de bir oyun olarak gördüğü için reddeder. Şiirde “seven de reddeden de o şımarık kalbimdi” derken Osman Fahri’ye karşı duyguları olduğunu da itiraf ediyor ve bu aşkı reddederken aslında kendisi için son nefesine kadar sürecek bir gayya kuyusunun kapılarını açıyor. Tarihin tozlu sayfaları arasındaki sırlara karışan bu aşk hikâyesinde suskun kalan ve cinnet geçirerek ölen Osman Fahri’ye cevap vermeyen yazar, çektiği vicdan azabını ve onun aşkına duyduğu kutsiyeti anlatan şu satırlarıyla suskunluğunu bozar: “Sana mecnun dediler, Mukaddestir gözümde, Cinnet o günden beri…” Osman Fahri ise şiirlerinde çok açık bir biçimde Nihal’e olan aşkını itiraf etmiştir. İmkânsız aşkından kaçmak için Anadolu’ya giden ve yine de bu sevdanın hezeyanları ve bunalımları içinde kaybolup yiten Osman Fahri’yle Şükufe Nihal’in aşkı Yakut Kayalar romanında ölümsüzleşmiştir. ŞÜKUFE NİHAL ve KADIN HAREKETLERİ Tanzimat’tan sonra kadınlar kendilerine ait hakları elde etmek adına büyük bir mücadele başlatmışlardır. Yapılan çalışmalarla toplumda hak ettikleri yeri kazanmak ve fırsat eşitliği yaratmak için büyük çaba sarf eden kadınlarımız, gerçek kazanımlarını İstiklal Savaşından sonra cumhuriyetimizin kurulmasıyla ve Atatürk sayesinde elde etmişlerdir. Yine de bu zorlu ve sancılı bir süreçtir. Günümüzde bile maalesef hala kadın haklarından ve toplumdaki yerinden haberi olmayan bir güruh varken o günlerde verilen mücadeleyi daha da önemli bulmalıyız. Şükufe Nihal Türk Kadını’nın toplumsal ve siyasal haklarını kazanması için mücadele etmiş bir kadındır. İlk olarak Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti’nde çalışmış Osmanlı kadınının eğitim haklarını kazanması için aktif rol üstlenmiştir. Daha sonra 1919 mitinglerine katkıda bulunan ve rol oynayan Asri Kadınlar Cemiyet’inde de çalışan Nihal Milli Mücadele yıllarında Anadolu’da ki gizli cemiyetler içinde de rol almıştır. 1923 yılında kadınların iktisadi, siyasi, sosyal haklarını kazanması için kurulan Kadınlar Halk Fırkası’nın Genel Sekreterliğini yapmaktadır. Esas öncelikleri kadının eğitimi, aile hukuku ve çalışmasıyla ilgilidir. Daha sonra seçme ve seçilme haklarını kazanmak ve siyasi hedeflerini de oluşturmak istemektedirler. Şükufe Nihal partilerinin hedeflerini ve amaçlarını anlatan bir konuşma yapar. Burada siyaseten kadınların kendilerini yönetecekleri kendi özgür iradeleriyle seçmelerini hatta bizzat seçilmeyi istediklerini açıkça ifade eder. O yıllarda genç Türkiye Cumhuriyeti henüz partileşmediği ve kadınların hakları verilmediği için hükümet tarafından pek de hoş karşılanmaz ve onaylanmaz. Tepkilerden dolayı yeniden çalışmalar yaparlar ve siyasi isteklerinden taviz vermek zorunda kalırlar. İsimlerini değiştirerek Türk Kadınlar Birliği adı altında bir derneğe dönüşürler. 1927 yılında büyük bir kongreyle yeniden haklarını talep ederler ve yine tepkilerle karşılanırlar. Parti Başkanı Nezihe Muhiddin siyasi haklarını elde demeyen kadınların, sosyal hayata ve eğitime adapte olamayacağını iddia eder ve bu konuda oldukça sert konuşmalar ve çalışmalar yapılır. Bunun üzerine Türk Kadınlar Birliği’nin yönetiminde uzaklaştırılırlar. Mücadelelerini 1934 yılına kadar sürdüren kadınlarımız nihayet siyasi haklarını elde ederler. ŞÜKUFE NİHAL ve FARUK NAFİZ Şükufe Nihal’in büyük aşklarından biri de dönemin genç ve yakışıklı şairlerinden Faruk Nafiz’dir. Aslında bu aşkla ilgili somut belgeler mektuplar gibi dokümanlar ortada yok. Yalnız yakın çevrelerinden ve dostlarından duyulan bir takım söylentilerle, şiir ve romanlarındaki izlerden yola çıkarak hafızamızda dillerden düşmeyen bir aşk yaşadıklarını canlandırıyoruz. Deli gibi âşık olduğu kadına evlenme teklif eden Faruk Nafiz, ondan red cevabını alınca çok üzülmüş olmalı. Nihal’in evladını babasız bırakmamak için bu teklifi reddettiği söyleniyor. Bunun üzerine aniden biyoloji öğretmeni olan Azize adlı bir hanımla evlenen Faruk Nafiz’in bu hareketine Şükufe Nihal’in çok şaşırdığı, üzüldüğü ve onu bir daha affetmediği de anlatılanlar arasında. Fakat kemale ermeyen bu aşk iki sanatçının da büyük eserler meydana getirmesine vesile olmuştur. Sevdiği adamı affetmeyen fakat için için özleyen Nihal, onun Anadolu’ya geçmesi üzerine hasret şiirleri yazar. Faruk Nafiz’de Yıldız Yağmuru adlı romanında aralarındaki aşkı anlatmaktadır. Özellikle Suda Halkalar şiirinde açıkça sevdiği kadının adını vermiştir. Anlatılanlara göre Faruk Nafiz ve Şükufe Nihal birbirlerini mütareke yıllarından beri tanımaktadırlar. Edebi toplantılarda ve sohbetlerde sık sık bir arada olduklarından aralarında samimi bir arkadaşlık ve aşk gelişmiştir. Fakat mutsuz evliliğini sürdüren Şükufe Nihal boşanırsa kendisiyle hemen evlenmek isteyen Faruk Nafiz’i ve aşkını evladının babasız kalmaması için reddeder. O sırada Ankara’ya tayini çıkan Faruk Nafiz herhalde bu acıyla hemen bir başkasıyla evlenir. İlginçtir ki; Şükufe Nihal 24 Eylül 1973 yılında ölmüş hemen ardından bir buçuk ay sonra Faruk Nafiz 8 Kasım 1973 de vefat etmiştir. ŞUKUFE NİHAL ve NAZIM HİKMET 1920 li yıllarda Erenköy bahçelerinde şairler şiirli edebi sohbetler yaparlardı. Böyle günlerin birinde Nazım Hikmet Bir kâğıda bir şeyler yazıp Şükufe Nihal’e vermesi için Halide Nusret Zorlutuna’ya uzatır. Şükufe Nihal’ de okuduktan sonra gülerek geri verir kâğıtta: “Ben sizin için çıldırıyorum siz bana aldırış bile etmiyorsunuz…” Halide Nusret’in, kız kardeşi İsmet Kür’e söylediğine göre Nazım Hikmet “Bir ayrılış Hikâyesi” şiirini Şükufe Nihal’e yazmıştır. ŞÜKÜFE NİHAL’İN İKİNCİ EVLİLİĞİ İkinci evliliğini İstiklal Savaşı yıllarında Ahmet Hamdi Başer’le yapar. Onun sosyal hayata ve meselelere olan ilgisinden ve memleket sevgisinden etkilenmiştir. Savaş sırasında birçok gizli teşkilatlanmalarda rol alarak çalışmalar yapan Ahmet Hamdi, Şükufe Nihal’in oğlu Necdet’e de yakın ilgi göstermektedir. Evlilik teklifini kabul ettiğinde güzel hayalleri olan Nihal kısa zamanda politikacı olan kocasının aşırı tutkuları olan biri olduğunu fark eder. Ahmet Hamdi yazdığı “Bir Devrin İç Yüzü” kitabında da hep yaptıklarının karşılığını alamadığını anlatır. Pişmanlıklarını ve serzenişlerini sık sık dile getirip kendine acır. Şükufe Nihal yine yalnız, yine mutsuz ve yine huzursuzdur. Bu dönemde yazdığı şiirlerde bunun izlerini görebiliyoruz. Bütün bunlara rağmen kızı Günay’ın babasız kalmaması için evliliğini 34 yıl devam ettirir. Fakat 1950’lerin sonunda kendisi için zaten bitmiş olan bu evliliği tamamen bitirerek boşanır. 1962 yılında geçirdiği bir kaza Şükufe Nihal’in hayatını bambaşka bir çizgiye taşıyacaktır. 66 yaşında olmasına rağmen hala dinç olan Nihal bu kaza sonrası geçirdiği birçok ameliyatlardan ve çektiği büyük fiziksel acılardan dolayı hayata adeta küser. Yapılan ameliyatlardan dolayı bir bacağı kısa kalan şairin çöküşü de böylece başlamış olur. Önce koltuk değnekleriyle yürümek zorunda kalır sonra tamamen yatağa mahkûm olur. Bütün yaşadıkları onu öyle üzer ki; şiirlerin ve romanların anlı şanlı yazarı, uğruna şiirler yazılan, uğrunda ölünen, aşkından kaç aşığın telef olduğu bu muhteşem kadın artık ortalarda görünmek istememektedir. Düştüğü bu hal onu derin bir kahrın ve hüznün içine çeker. Hayatının son günleri artık bir huzurevinin odasında geçmektedir. Gitgide benliğinden uzaklaşır. Kızı Günay’ın doğum yaparken ölmesi oğlu Necdet’in onu öyle görmeye tahammül edemediği için hiç gelememesi, bu hassas kadını çökertir. Tek tesellisi yazmak olan Şükufe Nihal fiziksel sıkıntılarından dolayı artık yazamamaktadır. Sonra birgün altın kelimeler dökülen o dudaklarını bir daha açılmamak üzere kapatır. Hayatı boyunca etrafı insanlarla sarılan, edebi toplantıların başmisafiri olan, çocukluğundan itibaren edebiyat ve sanatın içinde yaşayan, büyük aşkların, ayrılıkların ve muhteşem mücadelelerin başkahramanı olan mağrur kadın, artık hiç kimseyle konuşmamaktadır. Kendi sükûtunun çilegâhında sadece geçmiş günlerin ihtişamlı hayallerine sarınarak ölümünü beklemektedir. 1970- 71 öğretim yılında Ankara Şentepe İlkokuluna Şükufe Nihal adı verildiğinde o kendi suskunluğunun derinliğindeydi. Çünkü ölmeden önce ölmeye karar vermiş ve kendi ruhunu dünyaya tamamen kapamıştı. Derim; Boş dalgasız bir ömürdense Çekmiş olmanın da büyük şiiri vardır Diyen Şükufe Nihal 24 Eylül 1973 de öldüğünde arkasında her birisi yaşanmış hikâyelerle dolu şiirler ve romanlar bırakmıştı. Aşiyan mezarlığında toprağa verilen şairin mezarını ziyaret eden Halide Nusret ve İpek Kür mezarın bakımsızlıktan çökmüş olduğunu görünce oğlundan yaptırmak için izin istemişler fakat Necdet Bey buna “ben kendim yaptırabilirim merak buyurmasınlar” diye cevap vermiştir. Oysa biraz ilerisinde bir zamanlar büyük bir aşkla ona bağlı olan Faruk Nafiz’in mezarı pırıl pırıl durmaktadır. Şükufe Nihal’in mezarı şu an da tamamen kayıptır. 2011 yılında İLESAM Kadın komisyonu olarak bu mezarın yerini bulup yaptırmak istedik. Fakat görevlendirdiğimiz arkadaşlar ne kayıtlarda adını ne de mezarın yerini bulamadılar. Çiçeklerin ve kuşların şairi şiirlerinden ve romanlarından başka hiç bir izi kalmadan bu dünyadan uçup gitti.” İlter Yeşilay’a katılımlarından dolayı İLESAM üyelerinden Abdullah Satoğlu tarafından bir ‘Teşekkür Belgesi’ takdim edildi. Programın ikinci yarısını oluşturan ‘Şiir Dinletisi’nin sunumunu İLESAM Radyo-Televizyon ve Yayın Kurulu üyelerinden Sibel Unur Özdemir üstlendi. İhsan Hökelekli, Ramazan Topoğlu, Mahir Ünat, Cahit Karaç, Hüseyin Ünlü, Niyazi Bali, Musa Ay, Bekir Yeğnidemir, Ali Kemal Parıldar, Aida Zeynalova, Merih Baran, Halil Yazanel, Hülya Şimşek, Orhan Vergili, Hanifi Işık, Bayram Yelen, Müzeyyen Unur, Sevinç Doğancan Güven, Hanlar Koca, İsmet Bora Binatlı, Engin Ortaköylüoğlu, Durak Turan Düz, Fatoş Gişan, Necmi Dal, Nurettin Gür Ozanoğlu, Tülin Hatun Şenel, Necati Aslan, Münir Atalar, Abdullah Satoğlu, Murat Duman, İbrahim Yaman, Tuncer Ulusoy, Ulvi Kabakçı, Saim Yaylagül, Sevgi Yücebaş, Fatma Kalkan, Fevzi Gökalp, Nalan Pulat, Hayrettin Gültekin, Yasemin Meydan, Âşık Dudai ve Taha Özaydın etkinliğe katılan isimler arasındaydı. İLESAM çatısı altında gerçekleştirilen bir güzel Cumartesi etkinliği daha gönüllerdeki yerini aldı. İLESAM Şiir Dinletilerimize şiire, sanata ve kültüre gönül veren herkesi- üyemiz olsun veya olmasın-bekliyoruz. Unutmayın! Haber Metni: Sibel Unur Özdemir Fotoğraflar: Sibel Unur Özdemir & Orhan Vergili TÜRKİYE İLİM ve EDEBİYAT ESERİ SAHİPLERİ MESLEK BİRLİĞİ İLESAM GENEL MERKEZİ Adres : İzmir 1.Cad. No: 33/16 Aydın Apartmanı, Kat:4 Kızılay / ANKARA Tel : 0 312 419 49 38 Faks : 0 312 419 49 39 Web : www.ilesam.org.tr E-Posta : ilesam@ilesam.org.tr
Türk Edebiyatının Önemli Kadın Şairi Şüfuke Nihal İLESAM CUMARTESİ SOHBETLERİ ve ŞİİR DİNLETİSİ
(4 Mart 2017)
"Türk Edebiyatının Önemli Kadın Şairi Şüfuke Nihal”
Otuz yıldan beri sanata, kültüre, edebiyata hizmet etmekte İLESAM. Yaptığı pek çok hizmetin yanı sıra her cumartesi günü aktüel konuların konuşulduğu, şiirlerin hayat bulduğu etkinlikleri tüm hızıyla devam etmekte. Bu etkinliklerden biri daha 04 Mart 2017 tarihinde gerçekleştirildi.
Bayan üyelerinin ‘Kadınlar Günü’nü kutlayarak konuşmasına başlayan Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği Genel Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız “Sanatçı olmak zor, kadın olmak zor; çünkü sorumlulukları çok. Sanatın cinsiyeti olmaz ama kültür ve geleneklerimizin kadınlarımızın yazdıkları üzerinde baskı yarattığı bir gerçek.” dedi.
Parmaksız “Eleştiri tekâmülün kamçısıdır. Bizler, Yönetim Kurulu olarak eleştiriye açığız ancak eleştiride de hakkaniyetli olmak lazım. Hocalı Soykırımını konu alan Kâğıt Kabir filmi çeşitli belediyelerde gösterimine devam edecek. Bu filmi niye yaptık; çünkü Ermeniler yüz yıldır bir yalan söylüyor. Biz de bu noktada yapılmamış olanı yapalım istedik. Bu büyük bir davaya hizmet. Film gerek senaryosuyla gerek çekimi ile özgün ve farklı. Hocalı Soykırımı ortada; bizler gözden kaçan bir şeye dokunmayı seçerek oradaki kardeşlerimizin nelerle mücadele ettiğini ortaya çıkardık. Kapı ne kadar büyük olursa olsun onu açan küçük bir anahtardır.” diyerek duygu ve düşüncelerini paylaştı.
Milli Birlik ve Beraberlik Sempozyumu’nun 23 Mart 2017 tarihinde saat 10.00’da Ankara’da Milli Eğitim Şura Salonu’nda yapılacağını da sözlerine ekleyen Mehmet Nuri Parmaksız, sempozyumun 4 oturumdan oluşacağı ve 25 öğretim üyesinin bildiri sunacağı noktasında bilgi vererek konuşmasını yapmak üzere İLESAM Genel Başkan Yardımcısı İlter Yeşilay’ı kürsüye davet etti.
Program, İlter Yeşilay’ın "Türk Edebiyatının Önemli Kadın Şairi Şüfuke Nihal” konusunu anlatması ile devam etti.
İLESAM Genel Başkan Yardımcısı İlter Yeşilay’a konuşma metnini bizlerle paylaştığı için teşekkür ediyor ve metinden derlediğimiz bilgileri sizlere aynen aktarıyoruz:
TÜRK EDEBİYATINDA ŞÜKUFE NİHAL
Hayatı İstanbul’un mutena semtlerindeki bir köşkte başlayıp, kimsesiz, yalnız ve çaresiz bir huzur evinde biten Şükufe Nihal, döneminin en güçlü kadın şairlerindendi.
1896 yılında İstanbul’da Yeniköy civarında bir köşkte doğan Şükufe Nihal’in babası Eczacı Miralay Ahmet Abdullah Bey, annesi Nazire Hanım’dır. Baba tarafından soyu Kastamonu’nun ileri gelen ailelerinden Katipzade’lere dayanmaktadır. Dedesi Doktor Emin Paşa Osmanlı Padişahı 5. Murad’ın sertabibliğinde bulunmuştur. Oldukça kültürlü bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiş olan Nihal, çocukluğu boyunca ailesinin özellikle de babasının ihtimamını üzerinde hissederek büyümüştür. Miralay babasının görevleri nedeniyle çocukluğu ve ilk gençlik yılları, Anadolu’nun çeşitli bölgeleri ve Manastır, Şam Beyrut ve Selanik gibi yerlerde geçmiştir. Edebiyata ve eğitime çok önem veren babası bu yüzden onu özel okullarda ve evde özel öğretmenler vasıtasıyla yetiştirmiştir. O günleri anlatırken Şükufe Nihal, babasının bilgisinden görgüsünden ve entelektüel kişiliğinden çok yararlandığını özel hocalardan aldığı derslerle Müsbet İlimler, Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendiğini anlatmaktadır.
Özellikle Miralay Ahmet beyin evinde 2. Meşrutiyet döneminde yapılan fikir ve sanat toplantılarının o zamanlar henüz 12 yaşında olan küçük Nihal’in duygu ve sanat dünyasında büyük etkisi olmuştur. Devrin ünlü simaları, siyaset ve sanat insanlarıyla dopdolu geçen bu sosyal yaşamın onun ileriki dönem yaşantısında, aşklarında ve fikir dünyasında önemli bir rol oynadığını anlıyoruz.
Şükufe Nihal 1914 yılında İstanbul’da İnas Darülfünununa yani kadınların okuması için açılan üniversiteye girmiştir. Fakat bunun için çok mücadele etmek zorunda kalmıştır. Babasının Şam’a tayini üzerine onu evlendirmesiyle, şartlarını uygun bulmayan üniversite tarafından kabul edilmeyen Nihal, içinde yanan okuma aşkını evliliğine tercih ederek eşinden boşanmış ve tekrar başvurduğu sınavları kazanarak üniversiteye girmiştir. Üniversiteye devam etmek şair için öylesine büyük bir tutkuydu ki; istemediği bir evliliğin çaresizliği içerisinde bileklerini keserek intihara bile teşebbüs ettiğini bizzat kendisi itiraf etmiştir. Hassas şair buna ait izleri ölene kadar bileğinde saklamıştır.
Geçirdiği acılardan dolayı kadınların okumasına ve kişisel haklarını kazanmasına karşı oldukça duyarlı olan şair, aslında çocuk yaşlarından itibaren kalemini bu ideali için çalıştırmıştır. Onu basın dünyasına tanıştıran ilk yazısını da 12-13 yaşlarında bu konu üzerine kaleme aldığını düşünürsek. Temelde yatan fikri aydınlığını da görmüş oluruz. Bu yüzden hayatı boyunca memleket meselelerinin ve kadın hareketlerinin öncülerinden biri olmuştur. Üniversitelerde karma eğitimin yapılması için ilk harekete geçenlerden birisi de o olmuştur. Bu çalışmaları sayesinde ilk olarak üniversitelerin Fen ve Edebiyat bölümlerinde karma eğitim başlamıştır.
Mezuniyetini takiben öğretmenlik görevine başlayan Şükufe Nihal liselere tayin edilen ilk kadın öğretmen olmuştur.
Lise öğretmenliği sırasında edebiyata ve okumaya yetenekli ve hevesli gençlere yakınlık göstermiş, onları bütün kalbiyle teşvik etmiştir. Fakat bana göre Şükufe Nihal’in fırtınalı ruhunda duygu ve sanatını hep ileriye taşımak, fikirleri çerçevesinde ideallerini gerçekleştirecek ivmeleri yaratmak halet-i ruhiyesi, bazen de ansızın geri çekilmesine ve iç dünyasında yapması gerekenlerle, yaptıklarını kıyaslamasına yol açıyordu. Etrafındaki fikir, sanat ve edebiyat tartışmaları yapılmazsa beyninin uyuştuğunu anlatan yazarın bu geri çekilişleri bazen hayatında öylesine güçlü değişiklikler yaratıyordu ki şu örneği verecek olursam anlayacaksınız:
İstanbul Kız Lisesi’nde coğrafya öğretmenliği yaparken, bir gün sınıfa ders vermeğe giriyor. Öğrencilerine işledikleri konu hakkında bilgiler verirken sınıfların birinden gelen müzik sesi dikkatini çekiyor. Bu kendisine ait bir güftenin bestelenip şarkı olmuş halidir. O andan itibaren okuttuğu dersi tatsız ve soğuk bulan Nihal derhal istifasını verip dört sene öğretmenlikten uzak kalmak üzere evine çekiliyor.
16 yaşında kendi arzusu hilafında Mithat Sadullah beyle evlenen ve bir oğlu olan yazar o dönemin şartları dolayısıyla çok radikal sayılabilecek bir kararla boşanmıştır. Bunu kadınlara boşanma hakkının ilk verildiği ve sosyal hayattaki konumlarıyla ilgili tartışmaların olduğu bir dönem için cesurca bir karar olarak addedebiliriz. Fakat ilk evliliğinden olan oğlu Necdet’in onun hayatında her zaman özel bir ayrıcalığı ve yeri olmuştur.
Aslında genç yazarın duygu dünyasına şöyle bir bakacak olursak onun ilk aşkının kendisine aruz teknikleri konusunda ders veren Osman Fahri olduğunu biliyoruz. Cenap Şahabettin’in kardeşi olan Fahri, aynı zamanda Şükufe Nihal’in eşi Mithat Sadullah’ın da arkadaşıdır. İçinde bulunduğu imkânsız durumun çaresizliğini ve acılarını çeken genç adam her şeyden uzaklaşmayı ister ve Anadolu’ya tayinini çıkarttırır.
Fakat bu kaçış ve uzaklaşma onu kendisine getireceğine daha derin ve içinden çıkılmaz buhranlara sürükler. Sonunda içine düştüğü kara sevda yüzünden hayatından vazgeçerek 1920 yılında kendisini kafasından bir silahla vurarak intihar eder fakat ölmez. Beynindeki kurşunla İstanbul Fransız hastanesinde tedavi görürken cinnet getirerek öldüğü söyleniyor. Aşkın ve çaresizliğin karmaşası içinde kaybolan bir hayatın başrol oyuncusu olan Osman Fahri öldüğünde henüz 30 yaşlarında bir gençtir.
Şükufe Nihal elbette ki hassas ruhlu ince ve nazik bir kadın olarak Osman Fahri’nin duygularını biliyordu. Fakat onun aşkının intihara varacak bir karasevdaya dönüşmesini ve kendi duygularını çok sonraları, hayatının buhranlı dönemlerinde anlamış olmalı… Bazılarına göre aslında tek gerçek aşkının o olduğunu söylediği dostları varmış. Ölümle ebedileşen bu aşkın yüceliğinde kendi aksini gören Nihal’in bazı şiirlerinde bu aşka ait mısralar rastlayabiliriz. Bunlar tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolup giden esrarlı hikayeler…
Fakat bir şair olarak kendisine böylesine âşık birinin onun edebi kişiliğine romantik ve hüzünlü geldiği gerçektir. Özellikle evliliklerinde aradığını bulamayınca düştüğü yalnızlık duygusu ve buhranlı anlarında geçmişin şaşaalı ve güzel günlerine döndüğünde aşkı için intihar eden bu genç adamı hatırladığını muhakkak. Aşkını ölümle ebedileştiren Osman Fahri’nin sık sık aklına geldiği ve pişmanlık duyduğu bellidir.
Şükufe Nihal on yedi yaşında bu aşkı yaşamıştır. Fakat evlidir ve bunu bir hata belki de bir oyun olarak gördüğü için reddeder. Şiirde “seven de reddeden de o şımarık kalbimdi” derken Osman Fahri’ye karşı duyguları olduğunu da itiraf ediyor ve bu aşkı reddederken aslında kendisi için son nefesine kadar sürecek bir gayya kuyusunun kapılarını açıyor. Tarihin tozlu sayfaları arasındaki sırlara karışan bu aşk hikâyesinde suskun kalan ve cinnet geçirerek ölen Osman Fahri’ye cevap vermeyen yazar, çektiği vicdan azabını ve onun aşkına duyduğu kutsiyeti anlatan şu satırlarıyla suskunluğunu bozar:
“Sana mecnun dediler,
Mukaddestir gözümde,
Cinnet o günden beri…”
Osman Fahri ise şiirlerinde çok açık bir biçimde Nihal’e olan aşkını itiraf etmiştir.
İmkânsız aşkından kaçmak için Anadolu’ya giden ve yine de bu sevdanın hezeyanları ve bunalımları içinde kaybolup yiten Osman Fahri’yle Şükufe Nihal’in aşkı Yakut Kayalar romanında ölümsüzleşmiştir.
ŞÜKUFE NİHAL ve KADIN HAREKETLERİ
Tanzimat’tan sonra kadınlar kendilerine ait hakları elde etmek adına büyük bir mücadele başlatmışlardır. Yapılan çalışmalarla toplumda hak ettikleri yeri kazanmak ve fırsat eşitliği yaratmak için büyük çaba sarf eden kadınlarımız, gerçek kazanımlarını İstiklal Savaşından sonra cumhuriyetimizin kurulmasıyla ve Atatürk sayesinde elde etmişlerdir. Yine de bu zorlu ve sancılı bir süreçtir. Günümüzde bile maalesef hala kadın haklarından ve toplumdaki yerinden haberi olmayan bir güruh varken o günlerde verilen mücadeleyi daha da önemli bulmalıyız.
Şükufe Nihal Türk Kadını’nın toplumsal ve siyasal haklarını kazanması için mücadele etmiş bir kadındır. İlk olarak Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti’nde çalışmış Osmanlı kadınının eğitim haklarını kazanması için aktif rol üstlenmiştir. Daha sonra 1919 mitinglerine katkıda bulunan ve rol oynayan Asri Kadınlar Cemiyet’inde de çalışan Nihal Milli Mücadele yıllarında Anadolu’da ki gizli cemiyetler içinde de rol almıştır.
1923 yılında kadınların iktisadi, siyasi, sosyal haklarını kazanması için kurulan Kadınlar Halk Fırkası’nın Genel Sekreterliğini yapmaktadır. Esas öncelikleri kadının eğitimi, aile hukuku ve çalışmasıyla ilgilidir. Daha sonra seçme ve seçilme haklarını kazanmak ve siyasi hedeflerini de oluşturmak istemektedirler. Şükufe Nihal partilerinin hedeflerini ve amaçlarını anlatan bir konuşma yapar. Burada siyaseten kadınların kendilerini yönetecekleri kendi özgür iradeleriyle seçmelerini hatta bizzat seçilmeyi istediklerini açıkça ifade eder. O yıllarda genç Türkiye Cumhuriyeti henüz partileşmediği ve kadınların hakları verilmediği için hükümet tarafından pek de hoş karşılanmaz ve onaylanmaz. Tepkilerden dolayı yeniden çalışmalar yaparlar ve siyasi isteklerinden taviz vermek zorunda kalırlar. İsimlerini değiştirerek Türk Kadınlar Birliği adı altında bir derneğe dönüşürler. 1927 yılında büyük bir kongreyle yeniden haklarını talep ederler ve yine tepkilerle karşılanırlar.
Parti Başkanı Nezihe Muhiddin siyasi haklarını elde demeyen kadınların, sosyal hayata ve eğitime adapte olamayacağını iddia eder ve bu konuda oldukça sert konuşmalar ve çalışmalar yapılır. Bunun üzerine Türk Kadınlar Birliği’nin yönetiminde uzaklaştırılırlar. Mücadelelerini 1934 yılına kadar sürdüren kadınlarımız nihayet siyasi haklarını elde ederler.
ŞÜKUFE NİHAL ve FARUK NAFİZ
Şükufe Nihal’in büyük aşklarından biri de dönemin genç ve yakışıklı şairlerinden Faruk Nafiz’dir. Aslında bu aşkla ilgili somut belgeler mektuplar gibi dokümanlar ortada yok. Yalnız yakın çevrelerinden ve dostlarından duyulan bir takım söylentilerle, şiir ve romanlarındaki izlerden yola çıkarak hafızamızda dillerden düşmeyen bir aşk yaşadıklarını canlandırıyoruz. Deli gibi âşık olduğu kadına evlenme teklif eden Faruk Nafiz, ondan red cevabını alınca çok üzülmüş olmalı. Nihal’in evladını babasız bırakmamak için bu teklifi reddettiği söyleniyor. Bunun üzerine aniden biyoloji öğretmeni olan Azize adlı bir hanımla evlenen Faruk Nafiz’in bu hareketine Şükufe Nihal’in çok şaşırdığı, üzüldüğü ve onu bir daha affetmediği de anlatılanlar arasında. Fakat kemale ermeyen bu aşk iki sanatçının da büyük eserler meydana getirmesine vesile olmuştur. Sevdiği adamı affetmeyen fakat için için özleyen Nihal, onun Anadolu’ya geçmesi üzerine hasret şiirleri yazar. Faruk Nafiz’de Yıldız Yağmuru adlı romanında aralarındaki aşkı anlatmaktadır. Özellikle Suda Halkalar şiirinde açıkça sevdiği kadının adını vermiştir.
Anlatılanlara göre Faruk Nafiz ve Şükufe Nihal birbirlerini mütareke yıllarından beri tanımaktadırlar. Edebi toplantılarda ve sohbetlerde sık sık bir arada olduklarından aralarında samimi bir arkadaşlık ve aşk gelişmiştir. Fakat mutsuz evliliğini sürdüren Şükufe Nihal boşanırsa kendisiyle hemen evlenmek isteyen Faruk Nafiz’i ve aşkını evladının babasız kalmaması için reddeder. O sırada Ankara’ya tayini çıkan Faruk Nafiz herhalde bu acıyla hemen bir başkasıyla evlenir.
İlginçtir ki; Şükufe Nihal 24 Eylül 1973 yılında ölmüş hemen ardından bir buçuk ay sonra Faruk Nafiz 8 Kasım 1973 de vefat etmiştir.
ŞUKUFE NİHAL ve NAZIM HİKMET
1920 li yıllarda Erenköy bahçelerinde şairler şiirli edebi sohbetler yaparlardı. Böyle günlerin birinde Nazım Hikmet Bir kâğıda bir şeyler yazıp Şükufe Nihal’e vermesi için Halide Nusret Zorlutuna’ya uzatır. Şükufe Nihal’ de okuduktan sonra gülerek geri verir kâğıtta:
“Ben sizin için çıldırıyorum siz bana aldırış bile etmiyorsunuz…”
Halide Nusret’in, kız kardeşi İsmet Kür’e söylediğine göre Nazım Hikmet “Bir ayrılış Hikâyesi” şiirini Şükufe Nihal’e yazmıştır.
ŞÜKÜFE NİHAL’İN İKİNCİ EVLİLİĞİ
İkinci evliliğini İstiklal Savaşı yıllarında Ahmet Hamdi Başer’le yapar. Onun sosyal hayata ve meselelere olan ilgisinden ve memleket sevgisinden etkilenmiştir. Savaş sırasında birçok gizli teşkilatlanmalarda rol alarak çalışmalar yapan Ahmet Hamdi, Şükufe Nihal’in oğlu Necdet’e de yakın ilgi göstermektedir. Evlilik teklifini kabul ettiğinde güzel hayalleri olan Nihal kısa zamanda politikacı olan kocasının aşırı tutkuları olan biri olduğunu fark eder. Ahmet Hamdi yazdığı “Bir Devrin İç Yüzü” kitabında da hep yaptıklarının karşılığını alamadığını anlatır. Pişmanlıklarını ve serzenişlerini sık sık dile getirip kendine acır. Şükufe Nihal yine yalnız, yine mutsuz ve yine huzursuzdur. Bu dönemde yazdığı şiirlerde bunun izlerini görebiliyoruz. Bütün bunlara rağmen kızı Günay’ın babasız kalmaması için evliliğini 34 yıl devam ettirir. Fakat 1950’lerin sonunda kendisi için zaten bitmiş olan bu evliliği tamamen bitirerek boşanır.
1962 yılında geçirdiği bir kaza Şükufe Nihal’in hayatını bambaşka bir çizgiye taşıyacaktır. 66 yaşında olmasına rağmen hala dinç olan Nihal bu kaza sonrası geçirdiği birçok ameliyatlardan ve çektiği büyük fiziksel acılardan dolayı hayata adeta küser. Yapılan ameliyatlardan dolayı bir bacağı kısa kalan şairin çöküşü de böylece başlamış olur. Önce koltuk değnekleriyle yürümek zorunda kalır sonra tamamen yatağa mahkûm olur. Bütün yaşadıkları onu öyle üzer ki; şiirlerin ve romanların anlı şanlı yazarı, uğruna şiirler yazılan, uğrunda ölünen, aşkından kaç aşığın telef olduğu bu muhteşem kadın artık ortalarda görünmek istememektedir. Düştüğü bu hal onu derin bir kahrın ve hüznün içine çeker.
Hayatının son günleri artık bir huzurevinin odasında geçmektedir. Gitgide benliğinden uzaklaşır. Kızı Günay’ın doğum yaparken ölmesi oğlu Necdet’in onu öyle görmeye tahammül edemediği için hiç gelememesi, bu hassas kadını çökertir. Tek tesellisi yazmak olan Şükufe Nihal fiziksel sıkıntılarından dolayı artık yazamamaktadır. Sonra birgün altın kelimeler dökülen o dudaklarını bir daha açılmamak üzere kapatır. Hayatı boyunca etrafı insanlarla sarılan, edebi toplantıların başmisafiri olan, çocukluğundan itibaren edebiyat ve sanatın içinde yaşayan, büyük aşkların, ayrılıkların ve muhteşem mücadelelerin başkahramanı olan mağrur kadın, artık hiç kimseyle konuşmamaktadır. Kendi sükûtunun çilegâhında sadece geçmiş günlerin ihtişamlı hayallerine sarınarak ölümünü beklemektedir.
1970- 71 öğretim yılında Ankara Şentepe İlkokuluna Şükufe Nihal adı verildiğinde o kendi suskunluğunun derinliğindeydi. Çünkü ölmeden önce ölmeye karar vermiş ve kendi ruhunu dünyaya tamamen kapamıştı.
Derim; Boş dalgasız bir ömürdense
Çekmiş olmanın da büyük şiiri vardır
Diyen Şükufe Nihal 24 Eylül 1973 de öldüğünde arkasında her birisi yaşanmış hikâyelerle dolu şiirler ve romanlar bırakmıştı. Aşiyan mezarlığında toprağa verilen şairin mezarını ziyaret eden Halide Nusret ve İpek Kür mezarın bakımsızlıktan çökmüş olduğunu görünce oğlundan yaptırmak için izin istemişler fakat Necdet Bey buna “ben kendim yaptırabilirim merak buyurmasınlar” diye cevap vermiştir. Oysa biraz ilerisinde bir zamanlar büyük bir aşkla ona bağlı olan Faruk Nafiz’in mezarı pırıl pırıl durmaktadır. Şükufe Nihal’in mezarı şu an da tamamen kayıptır.
2011 yılında İLESAM Kadın komisyonu olarak bu mezarın yerini bulup yaptırmak istedik. Fakat görevlendirdiğimiz arkadaşlar ne kayıtlarda adını ne de mezarın yerini bulamadılar. Çiçeklerin ve kuşların şairi şiirlerinden ve romanlarından başka hiç bir izi kalmadan bu dünyadan uçup gitti.”
İlter Yeşilay’a katılımlarından dolayı İLESAM üyelerinden Abdullah Satoğlu tarafından bir ‘Teşekkür Belgesi’ takdim edildi.
Programın ikinci yarısını oluşturan ‘Şiir Dinletisi’nin sunumunu İLESAM Radyo-Televizyon ve Yayın Kurulu üyelerinden Sibel Unur Özdemir üstlendi.
İhsan Hökelekli, Ramazan Topoğlu, Mahir Ünat, Cahit Karaç, Hüseyin Ünlü, Niyazi Bali, Musa Ay, Bekir Yeğnidemir, Ali Kemal Parıldar, Aida Zeynalova, Merih Baran, Halil Yazanel, Hülya Şimşek, Orhan Vergili, Hanifi Işık, Bayram Yelen, Müzeyyen Unur, Sevinç Doğancan Güven, Hanlar Koca, İsmet Bora Binatlı, Engin Ortaköylüoğlu, Durak Turan Düz, Fatoş Gişan, Necmi Dal, Nurettin Gür Ozanoğlu, Tülin Hatun Şenel, Necati Aslan, Münir Atalar, Abdullah Satoğlu, Murat Duman, İbrahim Yaman, Tuncer Ulusoy, Ulvi Kabakçı, Saim Yaylagül, Sevgi Yücebaş, Fatma Kalkan, Fevzi Gökalp, Nalan Pulat, Hayrettin Gültekin, Yasemin Meydan, Âşık Dudai ve Taha Özaydın etkinliğe katılan isimler arasındaydı.
İLESAM çatısı altında gerçekleştirilen bir güzel Cumartesi etkinliği daha gönüllerdeki yerini aldı.
İLESAM Şiir Dinletilerimize şiire, sanata ve kültüre gönül veren herkesi- üyemiz olsun veya olmasın-bekliyoruz. Unutmayın!
Haber Metni: Sibel Unur Özdemir
Fotoğraflar: Sibel Unur Özdemir & Orhan Vergili
TÜRKİYE İLİM ve EDEBİYAT ESERİ SAHİPLERİ MESLEK BİRLİĞİ
İLESAM GENEL MERKEZİ
Adres
:
İzmir 1.Cad. No: 33/16 Aydın Apartmanı, Kat:4 Kızılay / ANKARA
Tel
0 312 419 49 38
Faks
0 312 419 49 39
Web
www.ilesam.org.tr
E-Posta
Adınız Soyadınız
Girilecek rakam : 818294
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.