“Şiirde Türkçenin Zenginliği” İLESAM CUMARTESİ SOHBETLERİ ve ŞİİR DİNLETİSİ (21 Ekim 2017)

 / ETKİNLİKLERİMİZ



İLESAM CUMARTESİ SOHBETLERİ ve ŞİİR DİNLETİSİ


(21 EKİM 2017)


“Şiirde Türkçenin Zenginliği”  

 

“Şiirde Türkçenin Zenginliği” 
İLESAM CUMARTESİ SOHBETLERİ ve ŞİİR DİNLETİSİ  (21 Ekim 2017)
 

İLESAM Kültür Evinde 21 Ekim 2017 tarihinde Cumartesi toplantılarından biri daha gerçekleştirildi.

İLESAM yönetim kurulu üyelerinden Pehlivan Uzun’un yaptığı açılış konuşması ile başlayan program,  Dr. Hüseyin Yeniçeri’nin "Şiirde Türkçenin Zenginliği” konusunu anlatması ile devam etti.

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, iç mekan

Sayın Hüseyin Yeniçeri’ye konuşma metnini bizlerle paylaştığı için teşekkür ediyor ve sizlerle aynen paylaşıyoruz:

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, gülümsüyor

ŞİİRDE TÜRKÇENİN GÜCÜ

Bir dilin anlatım gücü en çok o dille oluşturulan şiirlerden ve şiirsel anlatılardan anlaşılır. Türkçenin dününe baktığımızda sözlü dönemden günümüze taşınan destan örneklerinde, savlarda, koşuklarda, sagularda şiir; ilk edebi tür olarak Türkçenin anlatım gücünü yansıtmaktadır. Şiirsel anlatı örneği sayabileceğimiz Dede Korkut için Fuat Köprülü’nün “Bütün Türk Edebiyatı’nı terazinin bir kefesine, Dede Korkut’u diğer kefesine koyun; Dede Korkut ağır basar.” sözü de Türkçenin gücünü, şiirsel anlatı örneği olan Dede Korkut’ta hissetmesinden kaynaklanır.

Bir kültürel yozlaşmanın yaşandığı günümüzde, çocuklarımıza ve gençlerimize Türkçenin ne denli büyük bir anlatım yeteneğinin bulunduğunu sezdirmek zorundayız. Dilimize yalnızca bizim değerlerimizin muhafazası olduğu için değil, anlatım gücü bakımından da üstünlüğünü bilerek sahip çıkmamız şarttır. Türkçenin şiirdeki gücünü de yalnızca günümüz şiirinden örneklerle anlatmaya kalkışmak hem eksik, hem tutarsız bir girişimdir. Özellikle orta öğretim aşamasında Klasik Şiirimizin gereğince öğretilmemesi, çocuklarımızın ve gençlerimizin Türkçenin gücünü yeterince hissetmelerini engellemektedir. Çünkü yalnızca bugünün şiirini öğretmek, çocukları ve gençleri hafızasını kaybetmiş biri ile karşı karşıya getirmek gibidir. Dününü bilmeyen adamın gülünçlüğü ortadadır.

On üçüncü yüzyılda Anadolu’da ilk örneklerini vermeye başlayan Klasik Türk Şiirine, özellikle öğretmenler iki bakımdan cephe almaktadır:  Bu şiirin toplum sorunlarına eğilmeyen içeriği ve dili. Aslında genelde sanatın, özelde edebiyat ve şiirin halkın sorunlarını çözmek gibi bir iddiası ve işlevi olamaz. Bir kısır döngü olan sanat, sanat için mi; toplum için mi tartışmasının pratikte bir değeri yoktur. Çünkü bizatihi sanat toplumun hizmetindedir. Dolaysıyla insan elinden çıkan her sanat eseri, insana hizmet eder. Öyleyse konusuna bakarak Klasik Şiirimize karşı olmak anlamsızdır. Dile gelince Divan şairlerimizin 13. yüzyıldan başlayarak alıntı sözcük ve yabancı dil kurallarını giderek yoğunlaşan bir tempoda şiirlerinde kullandıkları bir gerçektir. Malzemedeki bu yabancılık yüzünden bu kültür hazinesini ve Türkçeyi şaha kaldıran bu anlatım gücünü göz ardı etmek, akıllara ziyan bir husustur.

Klasik Türk Şiiri de dediğimiz Divan Şiirimizden rast gele seçtiğimiz örneklerde, dilimizin anlatım gücünü belirtmeye çalışalım. Önce ele alınan örneklerde genç okuyucuların anlamını bilemediği birkaç alıntı sözcükle ilgili bir tespitte bulunmalıyım. Gençlerin bu hazinenin kapısını aralamak için bin ila iki bin dolayında alıntı sözcüğün anlamını öğrenmeye çabalamaları gerekir. Yabancı dil öğrenmek için on binlerce sözcüğü seve seve öğrenen gençlerin, bizim şiirimizde yer alan, vaktiyle edebiyatımıza girdiği için, artık bizim değerlerimiz arasında yer alan bu alıntı sözcüklerin anlamlarını öğrenmeleri hiç de zor değildir. Biz örnekleri günümüz Türkçesiyle de vereceğimiz için bu yazı için anlama sorunu yaşanmayacaktır.

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, ekran ve takım elbise

Divan Şiirimizin ilk örneklerini verenler arasında yer alan Hoca Dehhani’nin şu beytine bakalım: 

 Sabret gönül derdine derman ere umma

  Can atma oda bi-hude canan ere umma

Şair; ey gönül sabırlı ol, derdine aradığın dermanı bulacağını umma. Boşuna canını ateşlere atma, uğrunda dertlere düştüğün sevgilinin geleceğini umma, demektedir. Dilimizin anlatım gücünü bu iki dize bile ortaya koyacak yetkinlikte. Bugün ateşe can atmak, derdine derman aramak biçiminde söylediğimiz iki deyim beytin anlatım gücünü artırmaktadır. Aşkta umutsuzluk duygusu birkaç sözcükle özlü biçimde işlenebilmektedir. “Ere umma” redifi ve “derman, canan” arasında kurulan tam kafiye, şiirin ahengini sağlamaya yetmektedir.

Bağdatlı Ruhi’nin şu beytinde de Türkçenin anlatım gücü kendini gösterir:

      Yar gelmezse senin payına, sen git yarin

            Yürümezse n’ola dağ, ey gönül, abdal yürür

Sevgili senin ayağına gelmiyorsa sen onun ayağına git. Dağ yürür mü, yürüse yürüse ona ulaşmak için abdal yürür. Oldukça sanatlı söyleyişin yoğunlaştığı beyitte “dağ”  sevgilinin, “abdal”da gönlün yerine kullanılmıştır. Sevgili dağ olarak düşünülünce ortaya güzel bir nedene bağlamak edebî sanatı da çıkmıştır. Türkçenin “birinin ayağına gitmek” deyimindeki anlatım inceliğine dayanan beyit, dilimizin eşsiz söyleyiş özelliğini de ortaya koymuştur. Sevgilide naz duygusu nefis bir anlatımla dile gelmektedir.

Gaybi’nin bir beyti de anlatım gücü bakımından üzerinde durulmaya değer:

 Aşk odu evvel düşer maşuka sonra âşıka

            Şemi gör kim yanmadan yandırmadı pervaneyi.

Aşk ateşi önce sevgili olan kadına, sonra erkeğe düşer. Mum bakın ki kendisi yanmadan kelebeği yakmaz. Şair neden önce kadının sevdiğini “Şem ü Pervane” mesnevisine telmihle açıklamaya çalışmıştır. Yine burada güzel bir düşünce yürütme örneği de sergilemiştir. Beyitte anlatımın güzelliğine “ateş düşmek” deyiminin katkısı vardır. “Yanmadan yandırmak” sözünün de kullanılışı anlatımı çekici kılmıştır.

  1. yüzyıl Divan Şiirinin ünlü düşünce şairi Nabi’nin de Türkçeyi şaha kaldırdığı yüzlerce beyitten ikisini ele almak istiyorum:

            Dil-i na-şadımı şad etmeyen dünyada şad olsun!

            Benimçün na-murad olsun diyen dünyada şad olsun!

            Ebna-yı dehr her hünere bir aferin verir:

            Ya Rab bu aferin ne tükenmez hazinedir!     

Birinci beyitte Nabi, üzüntülü gönlümü sevindirmeyen bu dünyada sevinsin; benim için sevdiğine kavuşamasın diyenler bu dünyada sevdiklerine kavuşsunlar, demektedir. Benim için mutsuz olsun diyenler, mutlu olsun şeklinde de açıklanabilir ikinci dize. Bir tür alkış-kargış çelişkisi çok anlamlı ve çok ahenkli bir biçimde dile getiriliyor. Aynı zamanda bir düşünce şairi de olan Nabi’nin insan eğitimine yaklaşma tarzı da ilgi çekici.

İkinci beyitte bir toplumsal çelişki irdeleniyor. Toplum için önemli ve başarılı işler yapanlar; “yaşa” anlamına gelen “aferin” sözcüğü ile ödüllendiriliyorlar. Ey Allah’ım,       bu aferin sözcüğü sanki tükenmeyen bir hazine!.. İki beyit de Türkçenin anlatım yeteneğini ortaya koyacak özellikte. Sözcükler arka arkaya sıralanırken akan bir suyun doğallığını hatırlatır gibi seçilmişler. Başka bir dile çevrilirse bütün sihrini yitirecek bir anlatım özelliği söz konusudur.

Âşık Dertli’nin divan geleneği ile söylediği şu beyit de yıllarca dillerden düşmeyen bir anlatım gücünün kanıtı gibidir:

          Bir başıma kalsam şehe, sultana kul olmam
Viran olası hanede evlad ü iyal var.

Dünyada tek başıma olsaydım ne sultana, ne bir başkasına eyvallah etmezdim. Ne var ki yıkılası evimde eş ve çocuklarım var. Onların geçimi için bunlara katlanıyorum.

Enderunlu Vasıf’ın yıllarca sohbetlerde söylenen şu meşhur beyti de Türkçenin söz gücünü yansıtmak bakımından güzel bir örnektir:

            Mihneti kendine zevk etmedir âlemde hüner,

            Gam ü şadî-i felek böyle gelir, böyle gider!

Dünyada ustalık, sıkıntı ve zorluklarla mücadeleyi zevkle yapmaktır. Dünyanın sevinç ve üzüntüleri şimdiye kadar hep yan yanadır, böyle gelmiş, böyle gidecektir.

Vasıf’ın güçlü anlatım örneği olan bir başka beyti de şöyledir:

            Ayağını sakınarak basma aman sultanım!

            Dökülen mey, kırılan şişe-i rindan olsun!

Gönlümün sultanı olan sevgili, sakına sakına yürüme; adımlarını rahat at, salın, sen çok değerlisin, varsın şarap dökülsün, rintlerin kadehleri kırılsın, hiç önemli değil.

Hatemi İbrahim Bey’in Hababam Sınıfı adlı oyunda alay konusu da yapılan şu meşhur beyti de dilimizin eşsiz örneklerindendir:

            Erişir menzil-i maksuduna aheste giden

            Tiz-reftar olanın payına damen dolaşır.

Yavaş giden, gideceği yere ulaşır; acele edeninse ayağına eteği dolaşır. Divan şiirinde bu beyit gibi atasözü derecesinde sık kullanılan yüzlerce örnek vardır.

Ziya Paşa’nın Divan geleneği ile yazdığı şiirlerinde –özellikle Terkib-i Bend’inde- böyle başarılı örnekler çoktur. Ancak aşağıdaki beyti gerçekten ilgi çekici özellikler taşır:

            Nevcivan sevmekte ben piranı ta’yib eylemem

            Hüsn olur ki gördüğünde ihtiyar elden gider

Şair, gençleri sevmekte yaşlıları kınayamam; öyle güzeller görünür ki yaşlı da olsa iradesine hâkim olamaz, demektedir. Kuşkusuz “ihtiyar elden gider” sözü beyte hâkim olmakta ve anlam derinliği sağlamaktadır. Bu beyit koskoca Yusuf ile Züleyha mesnevisini hem hatırlatmakta, hem de özetlemektedir. İşte Türkçenin anlatım gücü böyle beyitlerle doruğa tırmanmaktadır.

Son olarak Cevri’nin şu beyti de dilimizle ortaya konan şiirlerin dilimizin anlatım gücünü nasıl şaha kaldırdığını kanıtlar gibidir:

            Ne ele sagar alır; çeşmi ne meyhane bilir

            Sorsan amma yine âlem onu mestane bilir.

Ne elini içki kadehi alır, ne gözü içki dağıtılan yer görmüştür; ama onu birilerine sorsan herkes onun sarhoş olduğunu söyleyecektir. Bir adamın adı çıkacağına canı çıksın sözü şiir biçiminde ancak böyle anlatılabilir dedirtecek bir ifade ile karşı karşıyayız.

Sonuç olarak çocuklarımız ve gençlerimiz için dilimizin her çeşit duygu ve düşünceyi ifade etme yeteneğine yüzyıllar önce ulaştığının kanıtlarıdır bu örnekler. Günümüz şiirinde ise Türkçenin anlatım gücü çok daha ileri düzeylere ulaşmıştır. Kültür, tarihî gelişim sürecinde bir bütün olarak ele alınıp işlenmezse, bir dönemi koparılırsa geçmişle sağlam köprü kurulamaz. Türkçenin gelişmiş ve yeterli bir öğretim dili olduğu her fırsatla yeni kuşaklara anlatılmalıdır.

Dr. Hüseyin Yeniçeri’ye katılımlarından dolayı İLESAM yönetim kurulu üyelerinden Pehlivan Uzun tarafından bir  “Teşekkür Belgesi” takdim edildi.

Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, gülümseyen insanlar, takım elbise

Etkinliğin ikinci yarısını oluşturan Şiir Dinletisi İLESAM üyelerinden Hüseyin Ünlü tarafından sunuldu.

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi

İsmail Aydın, Ahmet Yılmaz, Hanifi Işık, Halil Yazanel, Orhan Vergili, Musa Ay, Bekir Aksoy, Bekir Yeğnidemir, Niyazi Bali, Kurban Teyze, Dursun Öcal, Hüseyin Ünlü, Sibel Unur Özdemir, Selahattin Dündar, Songül Dündar, Merih Baran, Erdal Ercin, Nazif Tektaş, Necati Çakırca, Bayram Yelen, Ferhat Saraç, Zeki Akdoğan, Yakup Temelli, Seyfettin Çoban, Hakan Erdal, Arife Aslan, Sadık Kılıç, Meral Otan, Murat Duman, Dudahi, Sadık Kılıç etkinliğe katılan konuklar arasındaydı.

Edebiyatın, sanatın, kültürün ve aktüel konuların konuşulduğu, şiirlerin okunduğu etkinliklerine devam eden Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliğinin çatısı altında güzel bir Cumartesi etkinliği daha gönüllerdeki yerini aldı.

İLESAM Şiir Dinletilerimize şiire, sanata ve kültüre gönül veren herkesi- üyemiz olsun veya olmasın-bekliyoruz. Unutmayın!

Haber Metni ve Fotoğraflar: Sibel Unur Özdemir

TÜRKİYE İLİM ve EDEBİYAT ESERİ SAHİPLERİ MESLEK BİRLİĞİ

İLESAM GENEL MERKEZİ

Adres

:

İzmir 1.Cad. No: 33/16  Aydın Apartmanı, Kat:4  Kızılay / ANKARA

Tel

:

0 312 419 49 38

Faks

:

0 312 419 49 39

Web

:

www.ilesam.org.tr

E-Posta

:

ilesam@ilesam.org.tr

 Okunma Sayısı : 3208         24 Ekim 2017

Yorumlar

Yorum Yap

Adınız Soyadınız

Girilecek rakam : 25323

Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.