İLESAM CUMARTESİ SOHBETLERİ ve ŞİİR DİNLETİSİ (11 KASIM 2017) “Türk, Ökün/Öğün, Güven, Çalış” Edebiyatın, sanatın, kültürün ve aktüel konuların konuşulduğu, şiirlerin okunduğu etkinliklerine devam eden Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği’nin Cumartesi toplantılarından biri daha 11 Kasım 2017 tarihinde İLESAM Kültür Evi’nde gerçekleştirildi. Program, İLESAM Genel Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız’ın yaptığı açılış konuşmasıyla başladı. Mehmet Nuri Parmaksız “Sanatı ve sanatçıyı korumak adına Maliye Bakanlığının 130 maddeden oluşan torba yasa taslağında bulunan, yasalaşmasını istemediğimiz 7. madde torbadan çıkarıldı. Antalya, Manisa, Yozgat, Sakarya, Trabzon, Erzincan ve Gaziantep'te açtığımız Edebiyat Atölyelerine gençlerin gösterdiği ilgi sevindirici. Eylül ayından bu yana işlediğimiz dersler sonrasında 1 ay süren atölye çalışmaları yapılacak. Sonrasında ise atölye öğrencilerinin eserlerinden oluşan ortak bir kitap bastırılacaktır. Edebiyat Atölyelerinin tanıtım toplantısı birçok atölye öğrencisi ve ders veren hocaların katılımıyla Aralık ayının 14’de Ankara’da yapılacaktır. Mart ayı başında da Milli Birlik ve Beraberlik sempozyumumuzu yapacağız. Bildiriler, sempozyum öncesinde kitaplaştırılacak.” sözleriyle üyelerini bilgilendirdikten sonra konuşmasını yapmak üzere Prof. Dr. Mustafa Sever’i kürsüye devam etti. Etkinlik, Prof. Dr. Mustafa Sever’in “Türk, Ökün/Öğün, Güven, Çalış” konusunu anlatması ile devam etti. Sayın Mustafa Sever’e konuşma metnini bizlerle paylaştığı için teşekkür ediyor ve metni sizlere aynen aktarıyoruz: Giriş Geleceğe özgü planlar yapma, geleceği biçimlendirme, yarınlara güvenle bakma, geçmişin tecrübelerinden, yaşanmışlıklarından faydalanarak yapılır. Geçmişte yaşayan insanların tecrübe ettikleri olumlu veya olumsuz olay ve durumlar, daha sonra milletin hafızasında yeniden yapılanır; değişir, dönüşür, unutulur, kalıp anlatımlara, vb. dönüşerek bir anlatım şekline girer ve -gerçek veya kurmaca- yaşayan insanlar için birer rehber olur. Gerek yazılı gerekse sözlü aktarımla yaşanan zamana taşınan geçmiş tecrübeler, içinde bulunulan zamanın insanları için yol gösterici ve toplumsal değerlerin bir toplamıdır. Bu yaşanmışlıklar, tecrübeler tarihtir. Milletin ortaya çıkışını, yaşayışını, bu yaşayışa etki eden olayları, olaylar arasındaki bağları, bağlamına uygun şekilde anlatan, inceleyen ve sonuçlara ulaştıran bir bilim dalıdır tarih. Milletin ortak hafızasını, ortak aklını, ortak değerlerini ve dolayısıyla ortak ülküsünü içermesi ve bu içeriği va’z etmesiyle toplumsal bağların inşasını ve geliştirilmesini sağlayıcı etkinliktedir. Tarih, yaşanmışlıkların; bir olaylar, durumlar dizisi olarak kronolojik şekilde aktarılması olarak görülmemelidir. Zira, milletin genel karakterini, değer yargılarını; yani millet beynindeki ak ile karayı, olumlu ile olumsuzu, doğru ile yanlışı, vd. sergileyen bir bilim dalı olarak kişiye ve dolayısıyla millete yaşanmışlıkların nedenlerini ve sonuçlarını göstererek kişiye ve millete tecrübeleri muhakeme etme, geleceği biçimleme gücü kazandırır. Zengin bir geçmişi ve örnek bir tarihi olan Türk milleti, tarihinden gerekli bilgi ve tecrübeleri öğrenmek, bu tecrübelerin ışığında da geleceğine yön vermek durumundadır. Tarih tekerrürden ibarettir denirse de tarihte yapılan yanlışlar, hatâlar tekerrür eder. Kişiye, millete düşense bu yanlışlardan, hatâlardan gerekli dersi almaları ve aynı türden yanlışlara düşmemeleridir. Türk irfân ve medeniyetinin yazılı belgelerinden olan Göktürk Abideleri, Türk milletine, tarihte yaptığı hatâlardan, yanlışlardan ne denli zarar gördüğünü, nasıl yok olmakla karşı karşıya kaldığını ve ne yolla kurtuluşa erdiğini gösteren önemli belgelerdir ve yol göstericilikleri günümüzde de sürmektedir. Aynı sıkıntılarla 20. yüzyılda da karşılaşan Anadolu Türkleri, yine tarihî geçmişi ve tecrübelerinin yol göstericiliğiyle kurtuluşunu gerçekleştirmiştir. Dün, Bilge Kağan milletine yol gösterip yön çizerken 20. yüzyılın hemen başında da Mustafa Kemal aynı görevi yerine getiriyordu. Çalışmamızda Göktürk Abideleri’ndeki ve Gençliğe Hitâbe’deki mesajlar üzerinde durulacaktır. Göktürk Abideleri “Türk budun tokurkak sen. Açsık tosık ömez sen. Bir todsar açsık ömez sen. Antagıngın üçün igidmiş kaganıngın sabın almatın yir suyu bardıg. Kop anda alkıntıg arıltıg.”//“Türk Milleti, tokluğun kıymetini bilmezsin. Açlık, tokluk düşünmezsin. Bir doysan açlığı düşünmezsin. Öyle olduğun için, beslemiş olduğun kağanının sözünü almadan her yere gittin. Hep orda mahvoldun, yok edildin.” (Kül Tigin/Güney, 8-9). Bu sözler, Bilge Kağan’ın, küçük kardeşi Kül Tigin’in 731’de vefatı üzerine onun adına diktirdiği abidede belgelenen Türk milletine uyarısıdır. Diğer yandan da Türk devlet adamının milletine karşı sorumluluğunun farkında oluşunu gösteren sözlerdir. Tarih boyunca Türk devlet adamı milletine karşı sorumluluğunu en başa koymuş; birlik, bütünlük ve refah içerisinde bir toplumsal hayatı tesis etme yönünde gayret sarf etmiştir. Aldığı kararlar, her zaman ortak akıl çerçevesinde ve devletin, milletin bekası yönünde olmuştur. Elbette bu kararlar, kağanın kendi başına aldığı ve uyguladığı kararlar değildir. Kağanın yanında yaşıyla, bilgisi, görgüsü ve tecrübesiyle adeta ortak aklın, ortak şuurun sözcüsü niteliğindeki kişiler vardır ki bu kişiler Türk kültüründe “aksakal” olarak adlandırılır. Türk tarihinin her döneminde kağanın meclisinde bu aksakallar yer almış, kağanın adeta yol göstericisi olmuşlardır. Mete Han (MÖ 234-MÖ 174) devrinden başlayarak devletin temel kurumu olarak “kurultay”da devleti, milleti ilgilendiren her türlü konu, mesele müzakere edilir, böylece karar alınırdı. “Kurultay, bir danışma meclisi [olup] Oğuz Türkçesindeki asıl karşılığı kengeş demektir.” (Ögel 1982:73). İhtiyaç halinde Kengeş, kağan olmasa da “ ‘aygucı’ veya ‘üge’ unvanıyla anılan devlet danışmanlarının başkanlığında toplanırdı. Başta ‘hatun’ ve ‘şad’ olmak üzere ‘yabgu, tigin, il-teber, erkin, kül-çor, apa, tudun, tarkan’ gibi askerî ve idarî yüksek görevliler, devlet meclisinin tabiî üyeleri idi.” (Koca 2002:829). Kurultayın, dolayısıyla kağanın aldığı kararlar ve uygulamalar milletin istikrar içinde huzurunu ve refahını tesis etmekti. Göktürk Abideleri’nde Bilge Tonyukuk ve Bilge Kağan, ağzından yönetenlerin milletine, milletin de yönetenlere karşı görev ve yükümlülükleri dile getirilir. Yönetici kişi/kişiler, “tün udısıkım kelmedi, küntüz olursıkım kelmedi//gece uyuyacağım gündüz oturacağım gelmedi”(Tonyukuk I/Güney, 5) diyerek gece uyumadan gündüz oturmadan (Kül Tigin/Doğu, 27) Türk milleti için hareket edecektir. Yöneticilerin birinci görevi “Türk ulusunu devletsiz bırakmamak, boylarını bir araya toplamak” (Niyazi 1993:84) milleti düzene sokmaktır. Bunun yolu da töreyi düzenlemekle mümkündür. “Üze kök tengri asra yağız yir kılındukda ikin ara kişi oglı kılınmış. Kişi oglında üze eçüm apam Bumun Kagan, İstemi Kagan olurmış. Olurupan Türk budunung ilin törüsin tuta birmiş, iti birmiş//Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insanoğlu kılınmış. İnsanoğlunun üzerine ecdadım Bumın Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini töresini tutu vermiş, düzenleyivermiş.” (Kül Tigin/Doğu, 1). Abidelerde bu ve benzeri birçok yerde töreye vurgu yapılır; zira birlik, bütünlük töreyle/yasayla sağlanır. Töre karşısında kimsenin kimseden üstünlüğü, ayrıcalığı yoktur. Töre, ayrıca yaşanan tecrübelerin bir sonucu olarak ortak aklı da içermesiyle tarihin de kendisidir. Divânu Lügâti’t-Türk’te “İl kaldı törü kalmas//Ülke terk edildi; fakat töre terk edilmedi”(Ercilasun-Akkoyunlu 2014:240) denilirken, ilin/devletin/ülkenin kaybedilebileceği, ancak milleti var edenin onun töresi, yani ortak hafızası/şuuru olduğu; törenin kaybının milletin yok olmasıyla eşdeğer olduğuna vurgu yapılmaktadır. Bir millet olarak yaşanan olaylardan “öğüt payı çıkarma ve edinilen tecrübelere göre yeni bir yol bulma işinde Türkler, herhalde dünyada başta gelen milletlerden biri idiler. Zaten Türklerde kanun ve törelerin diğer bir adı da ‘yol’ idi. Herkes bu yoldan gitmek zorunda idi. Bu yoldan çıkanlar ‘yanılmış’ olur ve yanılanın da sonu ölüm idi.”(Ögel 1971:26). Abidelerde özellikle Bilge Kağan dilinden Türk milletine sürekli îkâzların yapıldığın görürüz. Gök Tanrı, Türkün Tanrısı, kutsal yer ve suları tanzim etmiş, insanların bir düzen, töre/yasa içerisinde, yaşaması için de Türkü göndermiştir. Töre ne zaman göz ardı edilmişse sıkıntılar başlamış, il/devlet başkalarının hâkimiyetine girmiştir. Güçsüz, iradesiz, zayıf kağanların erki ele geçirmesiyle Türk milleti birçok defa yok olmayla karşı karşıya kalmıştır. Yukarıda Türk Tanrısı, Türk milleti yok olmasın diye güçlü kağan ve hatunu iktidara getirmiştir (Kül Tigin /Doğu, 11). Bilge Kağan ve Kül Tigin, çocukluklarından başlayarak Bilge Tonyukuk gibi bir bilge devlet adamını her an yanlarında bulmuş ve onun bilgi ve tecrübeleriyle yetişmişlerdir. 731’de Kül Tigin’in erken ölümü, Bilge Kağan’ı derinden etkilemiş, “devletin kuvvetlenmesinde birinci derecede rol oynamış bulunan kahraman kardeşine karşı duyduğu minnet duygularının ve kendisini sanatkârane bir vecd ve coşkunluğun içine atan müthiş teessürün ebedî bir ifadesi” (Ergin 1994:9) olarak Kül Tigin Abidesi’nde ve daha sonrasında 734’te kendi ölümü üzerine oğlu Tengri Kağan tarafından dikilen Bilge Kağan Abidesi’nde Türk milletine seslenmiştir. Bu seslenme bir îkâzdır: “Türk budun ertin, ökün” (Kül Tigin/Doğu, 22) “Bu sabımı edgüti eşid, katıgdı tıngla” (Kül Tigin/Güney, 2) //Türk milleti kendine dön, aklını başına devşir/Bu sözümü iyice işit, adamakıllı dinle” şeklindeki sözlerle Türk milletinin yanlışlarından dönmesini, aklıyla hareket etmesini işaret etmektedir. Çünkü, duygularıyla hareket eden, kolay olanı yeğleyen Türk milleti bunun cezasını çok çekmiştir. Çin milleti bin bir entrikayla yürüttüğü casusluk faaliyetleriyle, devlet adamlarına verdikleri hediyelerle, Çinli kızlarla yaptırdıkları evliliklerle, çeşitli ticarî faaliyetlerle kendi yaşayışına yakınlaştırdığı milletleri -en başta da Türk milletini- benliklerinden uzaklaştırıp köleleştirir. “Edgü bilge kişig edgü alp kişig yorıtmaz ermiş//İyi, bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş” (Kül Tigin/Güney, 6). Düşünme, çevreyi algılama, yerleşim, toplumsal hayat, bu hayatı düzenleyici hukukî ilkeler, davranış ve tavırlardaki dinî ve ahlâkî ilkeler, vb. açılarından Türklerin yaşayışıyla Çin milletinin yaşayışı çok farklı idi. Türkler hareketli, etkin ve dışa dönük hayat tarzlarıyla varlıklarını devam ettiriyorlardı. Çin milleti ise, böylesi hareketli, adeta bir sel gibi taşan Türklerden rahatsız idi. Bu sebeple hilelerle, sahtekârlıklarla, Türk milletini aldatıyor; küçük kardeşi büyük kardeşe düşürüyor, beyi ve milleti karşılıklı çekiştirtiyordu. Bunun sonucunda da Türk milleti devletsiz, kağansız kalıyor; Çin milletine beylik oğlunu kul, hanımlık kızını cariye kılıyordu. Türk beyleri Türk adını bırakıp benliklerinden uzaklaşırken Çin beyleri Çin adını muhafaza ediyorlar ve Türk milletini yok etmeyi, kökünü kurutmayı planlıyorlardı (Bilge Kağan/Doğu, 7-8). Türk halk kitlesi, durumun vahametini anladığında ise, iş işten geçmiş oluyor, türlü sıkıntıları yaşamak zorunda kalıyor, kendisini tanzim ve tertip edemediğinden yine teslim oluyordu (Kül Tigin/Doğu, 10). Fakat, içten içe kaynıyor, pişman oluyor ve geleneğinde ilsizliğe/devletsizliğe, töresizliğe, esarete yer olmadığından Gök Tanrı’nın yardımıyla da teşkilatlanıp hürriyetini ve bağımsızlığını yeniden elde ediyordu. Bilge Tonyukuk ve dolayısıyla Bilge Kağan, birçok defa yaşanan bu yanlışın ne ilk ne de son olmadığını tarihî geçmişten gelen bilgiyle hatırladıklarından Türk milletini uyarıyorlardı. Bilge Kağan, “Türk Oguz begleri budun eşiding: Üze tengri basmasar, asra yir telinmeser, Türk budun, ilingin törüngin kim artatı, udaçı erti? Türk budun ertin, ökün//Türk, Oğuz beyleri, milleti işit: Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti ilini, töreni kim bozabilecekti? Türk milleti pişman ol, kendine dön, aklını başına devşir” derken insanın bir zaman sonra, sıkıntıların atlatıldığı zamanda geçmişi, yaşananları çabuk unutacağını da bilir. Bunun için de “Türk begler budun bunı eşiding. Türk budun tirip il tutsıkıngın bunda urtum. Yangılıp ölsikingin yime bunda urtum. Neng neng sabım erser benggü taşka urtum. Angar körü biling.//Türk beyleri, milleti bunu işitin! Tüm milletini toplayıp il tutacağını burda vurdum. Yanılıp öleceğini yine burda vurdum. Her ne sözüm varsa ebedî taşa vurdum. Ona bakarak bilin” (Kül Tigin/Güney, 11) diye uyarısını bengü şekilde belgeler. Göktürk Abideleri’nden Gençliğe Hitâbe’ye Göktürk Abideleri, bengü taşlardır; yani ebedî belgelerdir. Bilge Kağan, “Her ne sözüm varsa bengü taşa vurdum” derken bu tarihî uyarısının çağlar ötesine bu belgelerle ulaşacağını da bilir. Türke “Her ne zaman darda kalır, sıkıntıya düşersen bu taşlardaki sözlerime bakarak kurtuluşu bulursun” demektedir. Çünkü, uzun sürede kazanılanlar; bilgisizlikle, şuursuzlukla, dirayetsizlikle çabuk yitirilir. Bu sebeple dost da düşman da iyi tanınmalı, bilinmelidir. Nitekim, Bilge Kağan’ın vefâtından 1147 yıl sonra dünyaya gelen Mustafa Kemal, büyüyüp Türkün geleceğine yön verdiği süreçte hiç şüphe yoktur ki bu bengü taşlardaki mesajı almış[1] ve ona göre hareket etmiştir. Kurtuluş Savaşı’nın, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve kurumsallaşması süreçlerinin anlatıldığı Nutuk’ta ve özellikle de Nutuk’un sonuna koyduğu Gençliğe Hitâbe’de Türk milletine Bilge Kağan dilinden îkâzlarda bulunur ve yön gösterir. Gençliğe vurgu yapması boşuna değildir; çünkü gençlik, onca zorluklardan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin bekâsının teminatıdır. Mustafa Kemal, geçmişte yapılan yanlışları, yaşanan türlü sıkıntıları dile getirirken çıkış yolunu da işaret eder. Nutuk’un sonunda “Bu uzun ve ayrıntılı sözlerim, tarihe mal olmuş bir devrin öyküsüdür. Burada ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtebilmiş isem, kendimi mutlu sayacağım.” derken sözlerinin bir îkâz olarak idrak edilmesini işaret eder ve Gençliğe Hitâbe’nin daha başında özel olarak gençliğe, genel olarak ise Türk milletine “vazife”sini hatırlatır. Mustafa Kemal’in dilinden Türk milletinin/Türk gençliğinin vazifesi, her ne şartta olursa olsun Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. “Bugün de gelecekte de Türk milletinin kötülüğünü isteyecek ve bu yönde gayret edecek dâhilî ve haricî kara kalpli kötüler olacaktır. Bunları bilerek hareket et. İmkân ve şartlar müsait olmayabilir, düşman emsali görülmemiş güçte olabilir. Ülke gerek zorla gerekse de hileyle, entrikalarla işgal edilebilir. Daha kötüsü ve korkuncu, ülkede iktidara sahip olanlar gaflet, dalalet içerisinde bulunabilirler. Hatta, kendi şahsi çıkarları için yurduna girmiş düşmanlara yardım ve yataklık yapabilirler. Millet, yoksulluk ve sıkıntı içinde harap ve bitkin düşmüş olabilir. İşte bu şartlarda bile görevini unutma. Damarlarındaki soylu kandan güç alarak Türk milletinin hür ve bağımsızlığı için çalış.” Sonuç Gençliğe Hitâbe’de Türk gençliğine, Türk milletine îkâzlarda bulunan Mustafa Kemal, açılışı 1 Kasım 1934’te yapılan şimdiki Güven Park’ta bulunan Güven Anıtı’nın[2] yüzeyine “Türk öğün, güven, çalış!” sözlerini yazdırmıştır. Bu sözlerdeki “öğün” sözü, birçok yerde öğünmek, övünmek şeklinde anlaşılmıştır. Oysa, Mustafa Kemal, Bilge Kağan gibi milletine “ökünmesini” tavsiye eder. Türkçede öğ/ök; akıl, hatır, zihin anlamındadır. Gök Tengri’nin Türklere ve de insanlığa bahşettiği, Türk devletini derleyip, toparlayıp ayağa kaldıran çağımızın İlteriş Kağan’ı, Bilge Kağan’ı Mustafa Kemal, Göktürk Abideleri’ndeki “ökün-” fiilini kullanarak Türk milletine “önce düşün, aklını başına devşir, aklınla hareket et. Sonra, akılla, bilimle çalış. Bunları yaptıktan sonra da emîn ol, kendine güven” demektedir. Türk tarihinde İlterişler, Bilgeler, Kültiginler, Alparslanlar, Fatihler, Mustafa Kemaller tükenmez. Asl’olan ataların ve dolayısıyla onların söz ve hareketlerini nesnel şekilde anlamak ve o yönde hareket etmektir. Bunun için Mustafa Kemal’in dilinden söylersek muhtaç olduğumuz güç, kuvvet damarlarımızdaki soylu kanda mevcuttur. Prof. Dr. Mustafa Sever’e katılımlarından dolayı İLESAM yönetim kurulu üyelerinden Prof. Nurullah Çetin tarafından bir “Teşekkür Belgesi” takdim edildi. Etkinliğin ikinci yarısını oluşturan Şiir Dinletisi İbrahim Yaman tarafından gerçekleştirildi. Ali Kemal Parıldar, Hanifi Işık, Orhan Vergili, Âşık Bayrami, İbrahim Aydoğan, Zeki Akdoğan, İsmet Ulaş, Burçak Karataş, Merih Baran, İlyas Aybuğa, Ergün Veren, Seyfettin Çoban, Mehmet Ergün, Prof. Mustafa Alkan, Aida Zeynalova, Sibel Unur Özdemir, Cahit Karaç, Prof. Münir Atalar, Songül Yiğit, Niyazi Bali, Prof. Nurullah Çetin, Bayram Yelen, Sevgi Palancı, Hayrettin Gültekin, Murat Duman, Hayati Sarı, Mustafa Bilir, Sadık Kılıç, Gülhan Yalçınkaya, Fevzi Gökalp, Şahinaz Seçen, Menekşe Çetin, Hasan Göktürk, Tuncer Ulusoy, Kemal Taban, O. Necdet Dörtkol, Gazi Bayram Topçu, Âşık Dudai, Sadık Kayak, Prof. Dr. İsmail Özçelik, Meral Otan, Necati Özdenkoş, Burçak Karataş, Salih Erdem, Durak Turan Düz, Prof. İsmail Özçelik programa katılan isimler arasındaydı. İLESAM çatısı altında güzel bir Cumartesi etkinliği daha gönüllerdeki yerini aldı. İLESAM Şiir Dinletilerimize şiire, sanata ve kültüre gönül veren herkesi- üyemiz olsun veya olmasın-bekliyoruz. Unutmayın! Haber Metni Ve Fotoğraflar: Sibel Unur Özdemir TÜRKİYE İLİM ve EDEBİYAT ESERİ SAHİPLERİ MESLEK BİRLİĞİ İLESAM GENEL MERKEZİ Adres : İzmir 1.Cad. No: 33/16 Aydın Apartmanı, Kat:4 Kızılay / ANKARA Tel : 0 312 419 49 38 Faks : 0 312 419 49 39 Web : www.ilesam.org.tr E-Posta : ilesam@ilesam.org.tr
İLESAM CUMARTESİ SOHBETLERİ ve ŞİİR DİNLETİSİ
(11 KASIM 2017)
“Türk, Ökün/Öğün, Güven, Çalış”
Edebiyatın, sanatın, kültürün ve aktüel konuların konuşulduğu, şiirlerin okunduğu etkinliklerine devam eden Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği’nin Cumartesi toplantılarından biri daha 11 Kasım 2017 tarihinde İLESAM Kültür Evi’nde gerçekleştirildi.
Program, İLESAM Genel Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız’ın yaptığı açılış konuşmasıyla başladı.
Mehmet Nuri Parmaksız “Sanatı ve sanatçıyı korumak adına Maliye Bakanlığının 130 maddeden oluşan torba yasa taslağında bulunan, yasalaşmasını istemediğimiz 7. madde torbadan çıkarıldı.
Antalya, Manisa, Yozgat, Sakarya, Trabzon, Erzincan ve Gaziantep'te açtığımız Edebiyat Atölyelerine gençlerin gösterdiği ilgi sevindirici. Eylül ayından bu yana işlediğimiz dersler sonrasında 1 ay süren atölye çalışmaları yapılacak. Sonrasında ise atölye öğrencilerinin eserlerinden oluşan ortak bir kitap bastırılacaktır.
Edebiyat Atölyelerinin tanıtım toplantısı birçok atölye öğrencisi ve ders veren hocaların katılımıyla Aralık ayının 14’de Ankara’da yapılacaktır.
Mart ayı başında da Milli Birlik ve Beraberlik sempozyumumuzu yapacağız. Bildiriler, sempozyum öncesinde kitaplaştırılacak.” sözleriyle üyelerini bilgilendirdikten sonra konuşmasını yapmak üzere Prof. Dr. Mustafa Sever’i kürsüye devam etti.
Etkinlik, Prof. Dr. Mustafa Sever’in “Türk, Ökün/Öğün, Güven, Çalış” konusunu anlatması ile devam etti.
Sayın Mustafa Sever’e konuşma metnini bizlerle paylaştığı için teşekkür ediyor ve metni sizlere aynen aktarıyoruz:
Giriş
Geleceğe özgü planlar yapma, geleceği biçimlendirme, yarınlara güvenle bakma, geçmişin tecrübelerinden, yaşanmışlıklarından faydalanarak yapılır. Geçmişte yaşayan insanların tecrübe ettikleri olumlu veya olumsuz olay ve durumlar, daha sonra milletin hafızasında yeniden yapılanır; değişir, dönüşür, unutulur, kalıp anlatımlara, vb. dönüşerek bir anlatım şekline girer ve -gerçek veya kurmaca- yaşayan insanlar için birer rehber olur. Gerek yazılı gerekse sözlü aktarımla yaşanan zamana taşınan geçmiş tecrübeler, içinde bulunulan zamanın insanları için yol gösterici ve toplumsal değerlerin bir toplamıdır. Bu yaşanmışlıklar, tecrübeler tarihtir. Milletin ortaya çıkışını, yaşayışını, bu yaşayışa etki eden olayları, olaylar arasındaki bağları, bağlamına uygun şekilde anlatan, inceleyen ve sonuçlara ulaştıran bir bilim dalıdır tarih. Milletin ortak hafızasını, ortak aklını, ortak değerlerini ve dolayısıyla ortak ülküsünü içermesi ve bu içeriği va’z etmesiyle toplumsal bağların inşasını ve geliştirilmesini sağlayıcı etkinliktedir. Tarih, yaşanmışlıkların; bir olaylar, durumlar dizisi olarak kronolojik şekilde aktarılması olarak görülmemelidir. Zira, milletin genel karakterini, değer yargılarını; yani millet beynindeki ak ile karayı, olumlu ile olumsuzu, doğru ile yanlışı, vd. sergileyen bir bilim dalı olarak kişiye ve dolayısıyla millete yaşanmışlıkların nedenlerini ve sonuçlarını göstererek kişiye ve millete tecrübeleri muhakeme etme, geleceği biçimleme gücü kazandırır.
Zengin bir geçmişi ve örnek bir tarihi olan Türk milleti, tarihinden gerekli bilgi ve tecrübeleri öğrenmek, bu tecrübelerin ışığında da geleceğine yön vermek durumundadır. Tarih tekerrürden ibarettir denirse de tarihte yapılan yanlışlar, hatâlar tekerrür eder. Kişiye, millete düşense bu yanlışlardan, hatâlardan gerekli dersi almaları ve aynı türden yanlışlara düşmemeleridir. Türk irfân ve medeniyetinin yazılı belgelerinden olan Göktürk Abideleri, Türk milletine, tarihte yaptığı hatâlardan, yanlışlardan ne denli zarar gördüğünü, nasıl yok olmakla karşı karşıya kaldığını ve ne yolla kurtuluşa erdiğini gösteren önemli belgelerdir ve yol göstericilikleri günümüzde de sürmektedir. Aynı sıkıntılarla 20. yüzyılda da karşılaşan Anadolu Türkleri, yine tarihî geçmişi ve tecrübelerinin yol göstericiliğiyle kurtuluşunu gerçekleştirmiştir. Dün, Bilge Kağan milletine yol gösterip yön çizerken 20. yüzyılın hemen başında da Mustafa Kemal aynı görevi yerine getiriyordu.
Çalışmamızda Göktürk Abideleri’ndeki ve Gençliğe Hitâbe’deki mesajlar üzerinde durulacaktır.
Göktürk Abideleri
“Türk budun tokurkak sen. Açsık tosık ömez sen. Bir todsar açsık ömez sen. Antagıngın üçün igidmiş kaganıngın sabın almatın yir suyu bardıg. Kop anda alkıntıg arıltıg.”//“Türk Milleti, tokluğun kıymetini bilmezsin. Açlık, tokluk düşünmezsin. Bir doysan açlığı düşünmezsin. Öyle olduğun için, beslemiş olduğun kağanının sözünü almadan her yere gittin. Hep orda mahvoldun, yok edildin.” (Kül Tigin/Güney, 8-9).
Bu sözler, Bilge Kağan’ın, küçük kardeşi Kül Tigin’in 731’de vefatı üzerine onun adına diktirdiği abidede belgelenen Türk milletine uyarısıdır. Diğer yandan da Türk devlet adamının milletine karşı sorumluluğunun farkında oluşunu gösteren sözlerdir.
Tarih boyunca Türk devlet adamı milletine karşı sorumluluğunu en başa koymuş; birlik, bütünlük ve refah içerisinde bir toplumsal hayatı tesis etme yönünde gayret sarf etmiştir. Aldığı kararlar, her zaman ortak akıl çerçevesinde ve devletin, milletin bekası yönünde olmuştur. Elbette bu kararlar, kağanın kendi başına aldığı ve uyguladığı kararlar değildir. Kağanın yanında yaşıyla, bilgisi, görgüsü ve tecrübesiyle adeta ortak aklın, ortak şuurun sözcüsü niteliğindeki kişiler vardır ki bu kişiler Türk kültüründe “aksakal” olarak adlandırılır. Türk tarihinin her döneminde kağanın meclisinde bu aksakallar yer almış, kağanın adeta yol göstericisi olmuşlardır. Mete Han (MÖ 234-MÖ 174) devrinden başlayarak devletin temel kurumu olarak “kurultay”da devleti, milleti ilgilendiren her türlü konu, mesele müzakere edilir, böylece karar alınırdı. “Kurultay, bir danışma meclisi [olup] Oğuz Türkçesindeki asıl karşılığı kengeş demektir.” (Ögel 1982:73). İhtiyaç halinde Kengeş, kağan olmasa da “ ‘aygucı’ veya ‘üge’ unvanıyla anılan devlet danışmanlarının başkanlığında toplanırdı. Başta ‘hatun’ ve ‘şad’ olmak üzere ‘yabgu, tigin, il-teber, erkin, kül-çor, apa, tudun, tarkan’ gibi askerî ve idarî yüksek görevliler, devlet meclisinin tabiî üyeleri idi.” (Koca 2002:829).
Kurultayın, dolayısıyla kağanın aldığı kararlar ve uygulamalar milletin istikrar içinde huzurunu ve refahını tesis etmekti. Göktürk Abideleri’nde Bilge Tonyukuk ve Bilge Kağan, ağzından yönetenlerin milletine, milletin de yönetenlere karşı görev ve yükümlülükleri dile getirilir. Yönetici kişi/kişiler, “tün udısıkım kelmedi, küntüz olursıkım kelmedi//gece uyuyacağım gündüz oturacağım gelmedi”(Tonyukuk I/Güney, 5) diyerek gece uyumadan gündüz oturmadan (Kül Tigin/Doğu, 27) Türk milleti için hareket edecektir. Yöneticilerin birinci görevi “Türk ulusunu devletsiz bırakmamak, boylarını bir araya toplamak” (Niyazi 1993:84) milleti düzene sokmaktır. Bunun yolu da töreyi düzenlemekle mümkündür. “Üze kök tengri asra yağız yir kılındukda ikin ara kişi oglı kılınmış. Kişi oglında üze eçüm apam Bumun Kagan, İstemi Kagan olurmış. Olurupan Türk budunung ilin törüsin tuta birmiş, iti birmiş//Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insanoğlu kılınmış. İnsanoğlunun üzerine ecdadım Bumın Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini töresini tutu vermiş, düzenleyivermiş.” (Kül Tigin/Doğu, 1). Abidelerde bu ve benzeri birçok yerde töreye vurgu yapılır; zira birlik, bütünlük töreyle/yasayla sağlanır. Töre karşısında kimsenin kimseden üstünlüğü, ayrıcalığı yoktur. Töre, ayrıca yaşanan tecrübelerin bir sonucu olarak ortak aklı da içermesiyle tarihin de kendisidir. Divânu Lügâti’t-Türk’te “İl kaldı törü kalmas//Ülke terk edildi; fakat töre terk edilmedi”(Ercilasun-Akkoyunlu 2014:240) denilirken, ilin/devletin/ülkenin kaybedilebileceği, ancak milleti var edenin onun töresi, yani ortak hafızası/şuuru olduğu; törenin kaybının milletin yok olmasıyla eşdeğer olduğuna vurgu yapılmaktadır.
Bir millet olarak yaşanan olaylardan “öğüt payı çıkarma ve edinilen tecrübelere göre yeni bir yol bulma işinde Türkler, herhalde dünyada başta gelen milletlerden biri idiler. Zaten Türklerde kanun ve törelerin diğer bir adı da ‘yol’ idi. Herkes bu yoldan gitmek zorunda idi. Bu yoldan çıkanlar ‘yanılmış’ olur ve yanılanın da sonu ölüm idi.”(Ögel 1971:26). Abidelerde özellikle Bilge Kağan dilinden Türk milletine sürekli îkâzların yapıldığın görürüz. Gök Tanrı, Türkün Tanrısı, kutsal yer ve suları tanzim etmiş, insanların bir düzen, töre/yasa içerisinde, yaşaması için de Türkü göndermiştir. Töre ne zaman göz ardı edilmişse sıkıntılar başlamış, il/devlet başkalarının hâkimiyetine girmiştir. Güçsüz, iradesiz, zayıf kağanların erki ele geçirmesiyle Türk milleti birçok defa yok olmayla karşı karşıya kalmıştır. Yukarıda Türk Tanrısı, Türk milleti yok olmasın diye güçlü kağan ve hatunu iktidara getirmiştir (Kül Tigin /Doğu, 11).
Bilge Kağan ve Kül Tigin, çocukluklarından başlayarak Bilge Tonyukuk gibi bir bilge devlet adamını her an yanlarında bulmuş ve onun bilgi ve tecrübeleriyle yetişmişlerdir. 731’de Kül Tigin’in erken ölümü, Bilge Kağan’ı derinden etkilemiş, “devletin kuvvetlenmesinde birinci derecede rol oynamış bulunan kahraman kardeşine karşı duyduğu minnet duygularının ve kendisini sanatkârane bir vecd ve coşkunluğun içine atan müthiş teessürün ebedî bir ifadesi” (Ergin 1994:9) olarak Kül Tigin Abidesi’nde ve daha sonrasında 734’te kendi ölümü üzerine oğlu Tengri Kağan tarafından dikilen Bilge Kağan Abidesi’nde Türk milletine seslenmiştir. Bu seslenme bir îkâzdır: “Türk budun ertin, ökün” (Kül Tigin/Doğu, 22) “Bu sabımı edgüti eşid, katıgdı tıngla” (Kül Tigin/Güney, 2) //Türk milleti kendine dön, aklını başına devşir/Bu sözümü iyice işit, adamakıllı dinle” şeklindeki sözlerle Türk milletinin yanlışlarından dönmesini, aklıyla hareket etmesini işaret etmektedir. Çünkü, duygularıyla hareket eden, kolay olanı yeğleyen Türk milleti bunun cezasını çok çekmiştir. Çin milleti bin bir entrikayla yürüttüğü casusluk faaliyetleriyle, devlet adamlarına verdikleri hediyelerle, Çinli kızlarla yaptırdıkları evliliklerle, çeşitli ticarî faaliyetlerle kendi yaşayışına yakınlaştırdığı milletleri -en başta da Türk milletini- benliklerinden uzaklaştırıp köleleştirir. “Edgü bilge kişig edgü alp kişig yorıtmaz ermiş//İyi, bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş” (Kül Tigin/Güney, 6).
Düşünme, çevreyi algılama, yerleşim, toplumsal hayat, bu hayatı düzenleyici hukukî ilkeler, davranış ve tavırlardaki dinî ve ahlâkî ilkeler, vb. açılarından Türklerin yaşayışıyla Çin milletinin yaşayışı çok farklı idi. Türkler hareketli, etkin ve dışa dönük hayat tarzlarıyla varlıklarını devam ettiriyorlardı. Çin milleti ise, böylesi hareketli, adeta bir sel gibi taşan Türklerden rahatsız idi. Bu sebeple hilelerle, sahtekârlıklarla, Türk milletini aldatıyor; küçük kardeşi büyük kardeşe düşürüyor, beyi ve milleti karşılıklı çekiştirtiyordu. Bunun sonucunda da Türk milleti devletsiz, kağansız kalıyor; Çin milletine beylik oğlunu kul, hanımlık kızını cariye kılıyordu. Türk beyleri Türk adını bırakıp benliklerinden uzaklaşırken Çin beyleri Çin adını muhafaza ediyorlar ve Türk milletini yok etmeyi, kökünü kurutmayı planlıyorlardı (Bilge Kağan/Doğu, 7-8). Türk halk kitlesi, durumun vahametini anladığında ise, iş işten geçmiş oluyor, türlü sıkıntıları yaşamak zorunda kalıyor, kendisini tanzim ve tertip edemediğinden yine teslim oluyordu (Kül Tigin/Doğu, 10). Fakat, içten içe kaynıyor, pişman oluyor ve geleneğinde ilsizliğe/devletsizliğe, töresizliğe, esarete yer olmadığından Gök Tanrı’nın yardımıyla da teşkilatlanıp hürriyetini ve bağımsızlığını yeniden elde ediyordu.
Bilge Tonyukuk ve dolayısıyla Bilge Kağan, birçok defa yaşanan bu yanlışın ne ilk ne de son olmadığını tarihî geçmişten gelen bilgiyle hatırladıklarından Türk milletini uyarıyorlardı. Bilge Kağan, “Türk Oguz begleri budun eşiding: Üze tengri basmasar, asra yir telinmeser, Türk budun, ilingin törüngin kim artatı, udaçı erti? Türk budun ertin, ökün//Türk, Oğuz beyleri, milleti işit: Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti ilini, töreni kim bozabilecekti? Türk milleti pişman ol, kendine dön, aklını başına devşir” derken insanın bir zaman sonra, sıkıntıların atlatıldığı zamanda geçmişi, yaşananları çabuk unutacağını da bilir. Bunun için de “Türk begler budun bunı eşiding. Türk budun tirip il tutsıkıngın bunda urtum. Yangılıp ölsikingin yime bunda urtum. Neng neng sabım erser benggü taşka urtum. Angar körü biling.//Türk beyleri, milleti bunu işitin! Tüm milletini toplayıp il tutacağını burda vurdum. Yanılıp öleceğini yine burda vurdum. Her ne sözüm varsa ebedî taşa vurdum. Ona bakarak bilin” (Kül Tigin/Güney, 11) diye uyarısını bengü şekilde belgeler.
Göktürk Abideleri’nden Gençliğe Hitâbe’ye
Göktürk Abideleri, bengü taşlardır; yani ebedî belgelerdir. Bilge Kağan, “Her ne sözüm varsa bengü taşa vurdum” derken bu tarihî uyarısının çağlar ötesine bu belgelerle ulaşacağını da bilir. Türke “Her ne zaman darda kalır, sıkıntıya düşersen bu taşlardaki sözlerime bakarak kurtuluşu bulursun” demektedir. Çünkü, uzun sürede kazanılanlar; bilgisizlikle, şuursuzlukla, dirayetsizlikle çabuk yitirilir. Bu sebeple dost da düşman da iyi tanınmalı, bilinmelidir.
Nitekim, Bilge Kağan’ın vefâtından 1147 yıl sonra dünyaya gelen Mustafa Kemal, büyüyüp Türkün geleceğine yön verdiği süreçte hiç şüphe yoktur ki bu bengü taşlardaki mesajı almış[1] ve ona göre hareket etmiştir. Kurtuluş Savaşı’nın, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve kurumsallaşması süreçlerinin anlatıldığı Nutuk’ta ve özellikle de Nutuk’un sonuna koyduğu Gençliğe Hitâbe’de Türk milletine Bilge Kağan dilinden îkâzlarda bulunur ve yön gösterir. Gençliğe vurgu yapması boşuna değildir; çünkü gençlik, onca zorluklardan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin bekâsının teminatıdır. Mustafa Kemal, geçmişte yapılan yanlışları, yaşanan türlü sıkıntıları dile getirirken çıkış yolunu da işaret eder. Nutuk’un sonunda “Bu uzun ve ayrıntılı sözlerim, tarihe mal olmuş bir devrin öyküsüdür. Burada ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtebilmiş isem, kendimi mutlu sayacağım.” derken sözlerinin bir îkâz olarak idrak edilmesini işaret eder ve Gençliğe Hitâbe’nin daha başında özel olarak gençliğe, genel olarak ise Türk milletine “vazife”sini hatırlatır. Mustafa Kemal’in dilinden Türk milletinin/Türk gençliğinin vazifesi, her ne şartta olursa olsun Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. “Bugün de gelecekte de Türk milletinin kötülüğünü isteyecek ve bu yönde gayret edecek dâhilî ve haricî kara kalpli kötüler olacaktır. Bunları bilerek hareket et. İmkân ve şartlar müsait olmayabilir, düşman emsali görülmemiş güçte olabilir. Ülke gerek zorla gerekse de hileyle, entrikalarla işgal edilebilir. Daha kötüsü ve korkuncu, ülkede iktidara sahip olanlar gaflet, dalalet içerisinde bulunabilirler. Hatta, kendi şahsi çıkarları için yurduna girmiş düşmanlara yardım ve yataklık yapabilirler. Millet, yoksulluk ve sıkıntı içinde harap ve bitkin düşmüş olabilir. İşte bu şartlarda bile görevini unutma. Damarlarındaki soylu kandan güç alarak Türk milletinin hür ve bağımsızlığı için çalış.”
Sonuç
Gençliğe Hitâbe’de Türk gençliğine, Türk milletine îkâzlarda bulunan Mustafa Kemal, açılışı 1 Kasım 1934’te yapılan şimdiki Güven Park’ta bulunan Güven Anıtı’nın[2] yüzeyine “Türk öğün, güven, çalış!” sözlerini yazdırmıştır. Bu sözlerdeki “öğün” sözü, birçok yerde öğünmek, övünmek şeklinde anlaşılmıştır. Oysa, Mustafa Kemal, Bilge Kağan gibi milletine “ökünmesini” tavsiye eder. Türkçede öğ/ök; akıl, hatır, zihin anlamındadır. Gök Tengri’nin Türklere ve de insanlığa bahşettiği, Türk devletini derleyip, toparlayıp ayağa kaldıran çağımızın İlteriş Kağan’ı, Bilge Kağan’ı Mustafa Kemal, Göktürk Abideleri’ndeki “ökün-” fiilini kullanarak Türk milletine “önce düşün, aklını başına devşir, aklınla hareket et. Sonra, akılla, bilimle çalış. Bunları yaptıktan sonra da emîn ol, kendine güven” demektedir.
Türk tarihinde İlterişler, Bilgeler, Kültiginler, Alparslanlar, Fatihler, Mustafa Kemaller tükenmez. Asl’olan ataların ve dolayısıyla onların söz ve hareketlerini nesnel şekilde anlamak ve o yönde hareket etmektir. Bunun için Mustafa Kemal’in dilinden söylersek muhtaç olduğumuz güç, kuvvet damarlarımızdaki soylu kanda mevcuttur.
Prof. Dr. Mustafa Sever’e katılımlarından dolayı İLESAM yönetim kurulu üyelerinden Prof. Nurullah Çetin tarafından bir “Teşekkür Belgesi” takdim edildi.
Etkinliğin ikinci yarısını oluşturan Şiir Dinletisi İbrahim Yaman tarafından gerçekleştirildi.
Ali Kemal Parıldar, Hanifi Işık, Orhan Vergili, Âşık Bayrami, İbrahim Aydoğan, Zeki Akdoğan, İsmet Ulaş, Burçak Karataş, Merih Baran, İlyas Aybuğa, Ergün Veren, Seyfettin Çoban, Mehmet Ergün, Prof. Mustafa Alkan, Aida Zeynalova, Sibel Unur Özdemir, Cahit Karaç, Prof. Münir Atalar, Songül Yiğit, Niyazi Bali, Prof. Nurullah Çetin, Bayram Yelen, Sevgi Palancı, Hayrettin Gültekin, Murat Duman, Hayati Sarı, Mustafa Bilir, Sadık Kılıç, Gülhan Yalçınkaya, Fevzi Gökalp, Şahinaz Seçen, Menekşe Çetin, Hasan Göktürk, Tuncer Ulusoy, Kemal Taban, O. Necdet Dörtkol, Gazi Bayram Topçu, Âşık Dudai, Sadık Kayak, Prof. Dr. İsmail Özçelik, Meral Otan, Necati Özdenkoş, Burçak Karataş, Salih Erdem, Durak Turan Düz, Prof. İsmail Özçelik programa katılan isimler arasındaydı.
İLESAM çatısı altında güzel bir Cumartesi etkinliği daha gönüllerdeki yerini aldı.
İLESAM Şiir Dinletilerimize şiire, sanata ve kültüre gönül veren herkesi- üyemiz olsun veya olmasın-bekliyoruz. Unutmayın!
Haber Metni Ve Fotoğraflar: Sibel Unur Özdemir
TÜRKİYE İLİM ve EDEBİYAT ESERİ SAHİPLERİ MESLEK BİRLİĞİ
İLESAM GENEL MERKEZİ
Adres
:
İzmir 1.Cad. No: 33/16 Aydın Apartmanı, Kat:4 Kızılay / ANKARA
Tel
0 312 419 49 38
Faks
0 312 419 49 39
Web
www.ilesam.org.tr
E-Posta
Adınız Soyadınız
Girilecek rakam : 750722
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.