İLESAM CUMARTESİ SOHBETLERİ ve ŞİİR DİNLETİSİ (24 Şubat 2018) “Musikinin Toplumsal İşlevi ” Edebiyatın, sanatın, kültürün ve aktüel konuların konuşulduğu, şiirlerin okunduğu etkinliklerine devam eden Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliğinin Cumartesi toplantılarından biri daha 24 Şubat 2018 tarihinde İLESAM Kültür Evinde gerçekleştirildi. İLESAM Genel Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız'ın yaptığı açılış konuşmasıyla başlayan program, Bekir Aksoy'un “Musikinin Toplumsal İşlevi ”konusunu anlatması ile devam etti. Sayın Bekir Aksoy'a konuşma metnini bizlerle paylaştığı için teşekkür ediyor ve metni sizlere aktarıyoruz. “Musikinin Toplumsal İşlevi” İnsanların oluşturduğu kültür, toplumsal etkileşimlerin sonucunda ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Müzik, bu kültür oluşumunun en başından beri insanlıkla birlikte gelişmiş, toplumla şekillenmiş, ihtiyaçlara göre değişmiş ve değiştirmiştir. Müzik insanın meydana getirdiği kültürün bir değişkeni olarak, siyaset, din, ekonomi gibi pek çok kurumla birlikte yaşamıştır. Müzik biçimleri, türleri, sorunları iç içe yaşadığı bu alanlarla biçimlenmiştir.İçinde bulunduğu toplumun kültürel özellikleriyle şekillenen müzik; gelişmesine imkân tanıyan ve gelişmesine imkân sağladığı, kimi zaman sözlü mesajlardan daha etkili olduğu siyaset ile; doğumundan itibaren birlikte olduğu, bazen onun sayesinde, bazen ona rağmen geliştiği din ile; seslendiricisi ve tüketicisi ile gitgide daha çok iç içe olduğu ekonomi ile bir bütün olmuştur. Tarihsel süreç içinde yaşanan her olay, savaşlar, yasaklar, kurallar, refah,bolluk,kıtlık v.s. toplumun her alanını ve müziği derinden etkilemiştir. Bu çalışmada, toplum yaşamının temel yapı taşlarından olan siyaset, din ve ekonomi üçlüsünün müziğin hangi işlevlerinden yararlandığını, müziği nasıl etkilediğini ve müzikten nasıl etkilendiğini ortaya koymak bu konferansımızın konusudur. Siyaset, din ve ekonomi kurumları, sanatın her alanını kendi ihtiyaçları açısından eleştirir ve hangi tip sanatın üretileceği, sanatın rolü ve pozisyonu hakkında büyük rol oynarlar. Bu bağlamda ilk olarak müziğin siyasetle ilgisine göz atmaya çalışalım. MÜZİK VE SİYASET Siyasî kurumlar, sosyal sistem içinde nihai, meşru güç kaynaklarıdır. Temel görevi toplumu düzenlemek olan siyasi kurumlar, en ilkel kültürlerde bile bulunmaktadır. Toplumlar geliştikçe, siyasi kurumlar da giderek organize olmuş, gelişmiş ve daha çok göreve sahip olmuştur. En ilkel toplumlardan günümüze kadar,siyasi kurumlarla müzik arasında yakın bir ilişki süre gelmiştir. Tüm sanat dallarının kısmen ya da büyük ölçüde siyasi kurumlar tarafından himaye edilmesi ve desteklenmesi geçmişten günümüze varlığını korumaktadır. Siyaset bilimi, resmi planlama ve eylemlerde gerekli gücün bulunması,bilinmesi ve uygun koşullarda kullanımı ile ilgilenir. Bir devletin siyasetinden söz ettiğimizde o toplumu oluşturan tüm kültürel değişkenler de düşünülmelidir. Sanat bir dildir ve bu yüzden insanları bilgilendiren, düşündüren, duygulandıran ve harekete geçiren bir güce sahiptir. Müzik belki de, tüm sanat dalları içinde insanları etkileme ve birleştirme gücüne en çok sahip olandır. Siyasi gücü elinde bulunduranlar her çağda müziğin bu gücünden yararlanmak istemişlerdir. Yöneticiler tarih boyunca kendilerini öven, güçlerini vurgulayan müzisyenleri ödüllendirmiş, onlara destek olmuşlardır. Bu durum primitif toplumlarda , Avrupa'lı saray müzisyenlerinde , Osmanlı’da ve günümüzde de benzer durumlar arzetmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nda çoğu padişah, eserlerini beğendikleri bestecileri desteklemiş, maddî kaynak sağlamışlardır. Avrupa’da da durum aynıdır. Pek çok besteci, krala bağlı olarak çalışmıştır. Siyasetin direkt içinde olan ya da siyasi mesajlar içeren müzisyenler tarih boyunca olmuştur.(Fırat Kutluk’un Müzik ve Politika (1997) adlı kitabında değindiği,monarşi karşıtı bir mason olan Mozart, Napoli’de Cumhuriyetçiler için marş yazan Domenico Cimarosa, İtalyan Ulusal Parlementosunda görev yapan ve şarkıları özgürlük şarkıları olmuş Verdi, Brüksel’de sahnelenen operasından sonra Hollanda Krallığı’nın egemenliğine başkaldıran halkı sokaklara döken Auber, İsrail’li askerler için askeri kamplarda müzik yapan Daniel Barenboim ve eşi Jacqueline du Pre, sisteme zarar verdikleri gerekçesiyle vatandaşlıktan çıkarılan Rus soprano Vishnevskaya ve viyolensel sanatçısı Rostropovitch, Nazi döneminde Müzik Odası başkanlığı yapan ve faşist damgası yiyen Richard Struss, kominist olduğu gerekçesi ile idam edilen Erwin Schulhoff, Yahudi karşıtı görüşleriyle tanınan ve Hitler’e yakın olması nedeniyle faşist olarak tanınan Wagner ve niceleri). Müzisyenlerin siyaset üzerindeki etkileri gibi tarih boyunca siyasi liderlerin de müzik üzerinde önemli etkileri olmuştur. Özellikle totaliter rejimlerde bu etki daha güçlü hissedilmektedir. Totaliter rejimlerde devlet, sanatın tüm dallarında tam bir kontrol denetimi sürdürmek ister. Bu da sanatın fonksiyonunu daraltır.Diktatörlükte sanat,toplum üyelerinin sistem içinde bütünleşmesine hizmet eder. Diktatörlük, müzik,resim ve edebiyattan idealini destekleyen eserler bekler. Nazi Almanya’sında olduğu gibi, sanat eserlerinde herkesin anlayabileceği basit bir dil beklenir. Buna uygun davranan müzisyenler ve diğer sanatçılar ekonomik olarak ödüllendirilir ve resmi statülerle onurlandırılır. Nazi Almanya’sında yeni sanat akımları şiddetle eleştirilmiş ve bu akımlar dejenere olarak tanımlanmıştır. Nazi yönetimi halka istediği müzik kültürünü aşılamada oldukça başarılı idi. Savaş sırasındaki yaşamsal güçlüğü saklamada müziği kullandılar. Nazi doktrinini halka öğretmede müziğin olağanüstü gücünden yararlandılar . Nazi sosyalizmini en güzel anlatacak müziksel araştırmalara ve bestecilere ödüller verildi. Tıpkı Almanya’da olduğu gibi faşizm İtalya’da da müziği ele geçirmeye çalıştı. Müziğin propaganda gücünün farkında olan İtalyanlar da müziği siyaset aracı olarak yoğun şekilde kullandılar. Rusya’da Çar Petro’nun ve ondan sonraki üç çariçenin (özellikle II. Katerina’nın) egemenlik yıllarında yaşanan Batılılaşma sürecinde de müziğe ciddi yönlendirmeler yapılmıştır.Rusya devriminden sonra da sanat eğitimi üzerinde devletin çok etkisi olmuştur. Müziğe siyasîler tarafından müdahale yapılması rejim değişiklikleri sırasında da görülen bir durumdur. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından kurulan Türkiye’de cumhuriyet rejimine geçişin ardından çağı yakalama süreci içinde, müziğin toplum üzerindeki gücünü bilen Atatürk tarafından müziğe büyük önem verilmiştir. Düşünsel planda kurulan düzenin, yaşamsal boyut kazanması için sanatın her alanına ama özellikle müziğe bazı görevler yüklenmiştir. Bu dönemde eğitim görmeleri için Avrupa’ya müzisyenler gönderilmiş, Türk Halk Müziği temalarına dayalı, Batı Müziği armoni kurallarına göre çok sesli bestelerin yapılması desteklenmiştir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında siyasi ideoloji,müzik eserlerine yön vermiş, onu şekillendirmiş, ortaya konan eserler sıkı bir denetimden geçmiştir. Daha sonraki yıllarda da televizyonun tek kanallı dönemlerinde TRT bünyesi içinde müzik eserleri denetimden geçmek durumundaydı. Öyle ki, 1968-1972 yıllarında denetime gönderilen 2394 şarkıdan 950’si yayınlanabilir izni almıştı.(Uzun yıllar bazı arabesk bestecilerinin eserleri denetimden geçememiş,TV ve radyoda okunmamasına dikkat edilmiştir.) Devletin beğenilmeyen etkinliklerine, müzik aracılığı ile karşı koyuş denilince akla protest müzik gelir. Müzikte protest eğilimler pek çok ülkede görülür. Bu durum Amerikan pop müziğinde yerel şarkılarla belirginleşir. ‘Zafer’, ‘Grev’, ‘Birleşin’ gibi sözcükler bu şarkılarda sıkça kullanılır. 1960’larda ki bu müziğin etkileri bugün bile hissedilmektedir.1967’ye gelindiğinde Rock’ın politik bir işlev üstlendiği görülür. Vietnam’da, ırkçılığa yani Amerikan ideolojisine karşı bir tavır sergiler.1990’lı yıllardan sonra büyük çıkış yapan rap, hip-hop gibi müzik türlerinde de sık sık politik sözlere yer verilmektedir. Türk müziğinde de benzer etkiler 1970’li yıllarda görülmeye başlandı. Cem Karaca, Fikret Kızılok, Melike Demirağ gibi müzisyenler bu akımda başı çekti. Kimi şarkılar slogan olmaktan öteye geçemedi.(Belli bir mesaj vermeyi amaçlayan pek çok şarkının kaderidir bu,çünkü müzik her zaman ikinci plana atılma tehlikesi ile karşı karşıyadır). Bazı şarkılar ise daha uzun süre etkisini sürdürdü. Daha sonraları Zülfü Livaneli, Ahmet Kaya, Grup Yorum, Grup Kızılırmak, Grup Mozaik gibi kişi ve gruplar politik müzik yapmayı sürdürmüşlerdir. 1980’li yıllardan sonra ortaya çıkan yeni bir tür vardır: İslami pop ya da yeşil pop. Gerçi bu müziği yapanlar özgün müzik tanımını tercih etmektedirler ama toplumda yeşil pop ismi büyük ölçüde benimsenmiştir. Adı ya da İslamiyet’teki yeri tartışılsa da bu müzik türü Türkiye’deki toplumsal değişimin bir göstergesidir. Müzik dünyanın her yerinde kaçınılmaz bir şekilde seçim mitinglerinde yer almıştır. Bazı şarkılar parti sloganı hâline geldi ve sevilen müzisyenlerin toplumdaki etkisinden yararlanılmaya çalışıldı. Örneğin Margaret Thatcher’in seçim gezilerinde Rod Stewart’ın boy göstermesi gibi. Müzik toplum üzerinde hep büyük bir etkiye sahip oldu. 1989 yılında Batı Berlin’de iki Almanya’yı ayıran duvarın yakınında gerçekleşen Rolling Stones konserini, duvara yaklaşıp dinlemek isteyen Doğu Almanya'lı gençlerin polisçe engellenmesi sonucunda, mevcut rahatsızlık tetiklenmiş, 4000’e yakın kişi ‘duvar yıkılmalı’ sloganları atmıştır. Edip Günay’a göre (2006) siyasal mesajlı müzikler halk müziklerinden, çok sesli sanat müziklerine kadar müziğin her çeşidinde bulunmaktadır. Uluslararası düzeyde karşılamalar, açılış törenlerinde karşılıklı olarak ulusal marşların çalınması da müziğin siyasal güçlerinden biri olarak düşünülebilir. Ayrıca müzik, siyasal ilişkilerde yumuşatıcı, kaynaştırıcı bir rol de üstlenebilir. Örneğin; Şah Rıza Pehlevi’nin Türkiye’yi ziyaretinde Atatürk; Adnan Saygun’un Türk-İran dostluğunu işleyen Özsoy (Feridun) Operası’nın sahnelenmesini istemiştir. Günümüz şartlarında her toplum hızlı bir kültürel değişim yaşamaktadır. Bu değişim içinde toplumun düzenini sağlamak devletin işidir. Kültür, bir toplum için çok önemlidir. Bu öğelerin devlet tarafından korunması, himaye edilmesi gereklidir. Modern devlet anlayışında sanatı, sanatçıları desteklemek, devletin aslî görevlerinden biri olarak görülmektedir. Modern çağda, sanatçılar siyasî kurumlardan bağımsızlaşmış, devletin sanatçı üzerindeki etkisi ve derecesi farklılaşmıştır. Bağımlılık durumunda yeni oluşumların gelişmesi çok zordur. Dolayısıyla sanatçıların siyasi bağımlılıktan uzaklaşması gerekli olsa da, siyasal desteğin varlığı sanatın devamı için de son derece önemlidir. Müziğin toplumun değer sistemleri üzerinde de şüphesiz etkisi vardır. Kültürel değişimi hızlandıran müzik, bireyleri yeni rol ve yaşam tarzına yöneltebilir. Ayrıca önemli bir eğitim ve iletişim aracı olan müzik, bireylerin toplumla bütünleşmesine yardımcıdır. Bu anlamda devletin desteğine olan ihtiyaç açıktır. Özellikle popüler bir tüketim aracı olmayan, kamu yararına olan ancak uğraşanlarına maddi getirisi olmayan müzik türlerinin devletçe desteklenmesi gereklidir. Tabii bu noktada “kamu yararı” kavramının nasıl ve neye göre olacağına da siyasiler tarafından karar verilir. MÜZİK VE EKONOMİ Sanatın var edilişi ve sanatla ilgili ürünlerin yaşatılmasında, bazı düşünürlere göre birincil, bazı düşünürlere göre daha az önemli görülen neden ekonomidir. Ekonomi kurumunun temel işlevi meta (mal-hizmet) üretimi, dağıtımı ve tüketimi ile ilgili işlemlerdir. Müziğin ekonomik işlevleri de bu aşamalara dayanır. Müzik eserleri, yorumlama, çalgı yapımı, yapıtların basımı, yedek parçalar, elektrikli veya mekanik müzik araçları müziğin üretim aşamasında yer alır. Müzik yayıncıları, CD, kaset satışlarının yapıldığı yerler,konser düzenleyicileri,düğünler için müzik topluluğu hizmetleri,zamanımızda boy gösteren,internet, radyo, televizyon hizmetleri, müzik yapıtlarının ve çalgıların depolanması, alım satım işlemleri ile ilgili düzenlemeler,müziğin hizmet öncesi dağıtım aşamasında yer alır. Müzik dinleme, çeşitli durumlarda müziği kullanma, müzik yapıtlarının seslendirilmesi ile ilgili araç ve gereçleri alıp kullanma,çeşitli konserler,düğün merasimleri ve zamanımızda yaygınlaşan islamı düğünde görev alan ilahi gurupları ve mevlidhanların görevleri ve dinleyicilerin kendileri müziğin tüketim işlevi ile ilişkilidir. Bu temel işlemler çerçevesinde yüzlerce bağlantı vardır: Pazar, sermaye, para, reklam, rekabet bu öğelerdendir. Müziğin ekonomik işlevleri denilince aynı zamanda, ekonomik yaşamda müziğin yaptığı iş, üstüne düşen görev, oynadığı rol, gösterdiği etki, sağladığı anlamlı yardım, katkı, destek ve yarar da akla gelir. yüzyıldan önceki dönemlerde, müzisyenler kendilerini maddi açıdan destekleyen ekonomik ve politik çevreye büyük ölçüde bağımlıydılar. Ekonomik ve politik yönden güçlü olan elitler, yüksek kültürün popüler sanata oranla daha önemli olduğu düşüncesi ile, sanatı yüksek statüleri için basamak olarak kullanmışlardır. 19.yüzyıldan sonra ise durum değişmiş, sosyal tabakalar ve dinledikleri müzik farkı gitgide belirsizleşmeye başlamıştır. Müzisyenler ve tüm sanatçılar artık eskiye oranla daha bağımsız olsa da bu sefer de serbest pazar ekonomisinin içinde hayatta kalma yarışı başlamıştır.(Radyonun icadı ve fonografın keşfi de bu sonucu ortaya çıkarmaya başlamıştır). Gelişen teknoloji ile birlikte müzik, salonlardan eve taşınmaya, paketlenip satılmaya başlanmış yani bir mal hâline dönüşmüştür. Gittikçe sanayileşen toplumlarda müzik, iletişim organları, kayıt sistemleri, dinleme organları gibi yeni öğelerinde katkısıyla dev bir sanayi kolu olmuştur. Dünyanın pek çok yerinde müzik için ayrılan para okuma ve başka etkinliklerden daha fazladır. Günümüzde müziği üretip, pazar ürünü olarak dağıtan geniş bir kitle vardır. Ekonomik gelir bu kitleler için bir numaralı amaç olmuştur. Müziğin sanatsal değeri ve eğitim yönü bu kitlelerce önemsenmemektedir. Üretilen müziği mümkün olan en fazla insana pazarlamak asıl amaçtır. Artık daha çok satabilmek adına müzikle birlikte sunulan gösteriler, cinsel görüntüler, danslar, kıyafetler müziğin de önüne geçmiştir. İyi bir satış grafiği yakalamış ürünlere benzer ürünler ortaya koyup çok satma isteği, bir süre sonra benzer ürünlerin çekiciliği kaybetmesine yol açmakta, ardından yeni arayışlar içine girilmektedir. Yeni söz yazarları, yeni besteciler, yeni sesler… Gençlerin satan ürünleri aldıklarını, ilanların satışları hızlandırdığını, satışlarda Top5 ,Top10 gibi hit-parade’lerin (en çok satanlar listesi) öneminin keşfedilmesi uzun sürmemiş, bu konuya da yatırım yapılmaya başlanmıştır. Bu döngüyü yıldızlar döngüsü de izleyerek çark giderek büyümeye dönüşmüştür. 1970’lerde plak satışları yılda 1 milyar adede ulaşır. 1990’larda ise kasetler 1,5 milyar adet satar. 2000’li yıllara gelindiğinde CD satışları 2,5 milyarı bulur. Plaklardan DVD’ye müzik saklama araçlarının ne kadar boyutu küçülse de depolanmaları çok yer tutar. Öyle ki endüstrinin satmak istediği kadar malzeme satılmaz. Bu yüzden daha az yer tutan farklı bir depolama yöntemi arayışı başlar ve bulunur: Mp3. İlk olarak Sony sabit diske alınan bir Mp3’ü CD hâline getirmek için bir kaydedici, ardından Mp3’leri bilgisayardan doğrudan alabilen taşınabilir bellekler piyasaya sürer. Hemen ardından bu cihazlarda bir çığ gibi büyüyerek yayılır. Tabii Mp3’ler korsan piyasasını da hareketlendirir.Müzik endüstrisinin toplam kazancı 1984 yılından 2001’e gelindiğinde üç kat artarak 40 milyar dolara ulaşır. Müzik endüstrisi artık müzik yayıncılarından radyolara, televizyon kanallarından sinema yapımlarına pek çok farklı grubu kapsamaktadır. 2000’li yıllarda özellikle ülkemizde, insanlar ekonomik ve sosyal nedenlerle televizyona hapsoldu ve zamanla televizyon dizilerini izlemek yemek yeme, tuvalete gitme gibi bir alışkanlık hâline dönüştü. İşte böylesine müthiş şekilde insanların hayatına giren ve sosyal sıkıntılar içinde hayatın bir parçası olan dizilerin gücünü, müzik eserlerinin pazarlamasında rol oynayanlar hemen keşfetti. Dizilerde yer alan müzikler, insanların beynine öylesine kazınıyordu ki, o şarkıların olduğu albümlerin satışı patladı. Örneğin yılların müzisyeni Münir Nurettin’in şarkılarını seslendiren Timur Selçuk’un albümleri, şarkılarından birinin Bir İstanbul Masalı adlı dizide seslendirilmesiyle bir anda arttı. Televizyonda mantar gibi çoğalan sözde müzik yarışmalarında medya fazlasıyla kârlı çıktı. Ancak bu yarışmalarda 1 milyondan fazla SMS alan bir kişi, albüm yaptığında yüz binlik satışı zor elde edebildi. Bu yarışmalara katılan, günlerce ayakta sıra bekleyen, psikolojileri bozulan gençler de dev piyasanın dişlileri arasında yok oldu. Gerçi son yıllarda Türkiye’de müzik albümlerinin satmaması sadece bu gençlerin değil tüm müzisyenlerin sorunudur. Albümlerdeki repertuar sıkıntısı, korsan sorunu, radyoların ve televizyonların albümleri kontrolsüz tüketmesi, insanların alım gücünün düşmesi gibi birçok nedenlerle albüm satışı geçmişe oranla azalmıştır. Müziğin ekonomik işlevi, politik ve ekonomik elitler tarafından her zaman değerlendirilmiştir. Gittikçe sanatsal kaygıdan çok parasal kaygıyla müzik yapılmaya başlanmıştır. Bu durum, sanat için üretilen müzik eserlerinin devlet ve gönüllü kişi ve kuruluşlar tarafından daha çok desteklenmeye ihtiyacı olduğunu ortaya koymaktadır. Müziğin sanatsızlaşması da, insanların bilgisayarlaşması ve toplumun cep telefonu sıkıntısı gibi büyük bir sorundur. Ancak sonuçları iyi ya da kötü, çağın,teknolojinin şartlarına bağlı olarak pazarın şekli sürekli değişse de müzik ve ekonomi kurumu her yerde ve her zaman olumlu veya olumsuz bir şekilde iç içe olmuştur ve olmaya da devam edecektir. MÜZİK VE DİN Sanatta ifade edici içerik göreli olarak sabit kalsa da, bunlara yüklenen anlam değişkendir ve sanat eserlerine yüklenen anlamlarda dinin etkisi çok büyüktür. Bir müzik eserinin nitelenmesi sadece estetik, teorik kaygılarla değil, müzik dışı alanlara da bağlı olarak yapılmaktadır. Bir müzik yapıtının tarihin belli döneminde beğenilmediği, çirkin hatta günah sayıldığı; başka bir yerde ya da zamanda tam tersine çok beğenilip, sanat olarak değerlendirildiği görülebilmektedir. Bu değerlendirmeler de din büyük rol oynar. Dinin temelinde inanç olgusu yatar. İnanç bir ifadenin bir kimse tarafından doğru olarak kabul edilmesidir. Sosyoloji insan birlikteliği gerçeği üzerinde odaklaşır. Söz konusu insan birlikteliğine katkıda bulunan her şey sosyolojiktir. Bu anlamda hem müzik hem din, insan birlikteliğine katkıda bulunan sosyolojik kurumlardır. Müziğin doğuşu ile ilgili pek çok varsayım olmakla birlikte bu görüşlerden biri de müziğin ilkel tapınmanın bir öğesi olarak doğduğudur. Bu görüşe göre müzik, Tanrı’ya ya da Tanrı olarak tanınan bir varlığa karşı inanç ve bağlılığı anlatmak, göstermek için yapılan dinsel törenlerin bir öğesi olarak birtakım sözlerin bir ezgi akışı içinde yinelenmesinden doğmuştur. Ayrıca pek çok eski kültürde müziğin tanrıların bir hediyesi olduğuna inanılırdı. Bu inançlardan bazıları şöyledir: “Müzik ilk insan olan Adem ile birlikte var olmuştur.” Bu görüşe göre ilk insan Adem ile var olan müzik, sonraki insanlarla birlikte değişerek günümüze kadar gelmiştir. Alman müzik bilgini Jacob Adlun’un “Müzik Bilginliğine Giriş” adlı kitabında bu görüş, açık bir şekilde dile getirilmiştir. Müziğin ortaya çıkışı ile ilgili bir başka görüş ise, “müziğin Adem’in torunlarından biri tarafından bulunduğu” görüşüdür. Tevrat’ta belirtilen bu görüşe göre ise müzik, Adem’in büyük oğlu Habil’in soyundan gelme Lemek’in oğlu Yubal tarafından bulunmuştur. Tevrat’ da müziğin bulucusu olarak Methuasel, Tubalkain ve Hz. Musa’nın da adları geçmektedir. Bir başka görüşe göre ise, “müzik tanrılar tarafından bulunmuştur.” Grek mitolojisine göre, müziği bulanlar ozan ve müzikçi Orfe ile Lino’nun babası Apollon ya da kovaladığı su perisi Syrin’in kendisinden kurtulmak için kaçarken ırmağa düşüp saz kamışına dönüşmesinden sonra bu kamıştan ilk müzik düdüğünü yapan Pan’dır. Hindular’ın bir efsansine göre ise, müzik, tanrı Brahma ve Tanrıça Sarsvati’nin buluşuydu. Eski Hintlilere göre, Parajapati, Indra ya da Vijnu tarafından; Eski Mısırlılara göre Osiris tarafından; eski Cermenlere göre ise Wotan tarafından bulunmuştur. Bu görüşler mitolojik ve hayal ürünü olarak görülseler de, tarih boyunca müziğe toplumsal olarak verilen önemi göstermektedir. Pek çok medeniyet, kendisini bu denli etkileyen müziğin ancak Tanrılar tarafından ya da kutsal kişiler tarafından bulunmuş olabileceğini düşünmüş, müziğin var oluşunu dini inançlarıyla bütünleştirmeye çalışmışlardır. Eski çağlarda bağımsız bir sanat olmayan müzik, hep dinî inançlarla kaynaşmış bir hâldeydi. Dünyadaki tüm medeniyetlerde müzik başlangıçta din ile birlikteydi. Eski Çin tapınaklarında müziğe çok önem verilmiş, müzik halka yüce duyguları aşılamak için kullanılmıştır. Mezopotamya ve Sümerler’de de şiirsel dinsel yakarılar, dini şarkılara dönüşmüştür. Eski Yunan’da müzik bütün erdemlerin kaynağı sayılırdı. Toplumda önemli bir saygınlığı olan dinsel müziğin, yalnız insanlar değil, hayvanları da etkileme gücü olduğuna inanılırdı . M Ö 749 yılına ait bir belgeye göre eski Roma’da kazanılan zaferleri kutlamak için düzenlenen törenlerde tanrılara ilahiler söyleyerek teşekkür edilirdi. İbraniler’de devletin yaşamında dini müziğin önemli bir yeri olduğunu yine dini kitaplar belirtmektedir. Kırgızlarda, hasta iyileştirme, yağmur duası gibi dualar ilahiler eşliğinde toplu hâlde yapılırdı. Hitit halkının sosyal yaşamında şarkı, müzik ve dansın önemli bir yeri vardı. Dinî törenlerde hangi tanrıya kurban sunuluyorsa ya da tapınılıyorsa o tanrının mensup olduğu etnik grubun dilinde şarkı söylemek adetti. Tibet’in dinî törenlerinde de Lama ilahileri kullanılırdı. Şamanizm’de müzik, ruhlarla bağlantı kurmak için yapılan bir çeşit dinî ayin şeklinde kullanılmıştır. Yakut efsanesinde Şaman’ın davul üzerinde yedi kat gökte uçtuğundan bahsedilir. Altay’larda ve Yakutlar’ da ki inanışa göre, Şaman kötü ruhları davul içine toplar. Ayrıca, zil ve çıngırakların takılı olduğu bir asayı kullanan Şamanlarda vardı. İlahî dinlerde de müzik ve din ilişkisi başlangıcından beri iç içedir. Musevilikte dini müzik içinde çalgıcılar kadınlardı. Değişimli korolar vardı. Solo şarkıcılarından biri erkek diğeri kadındı. Onlar Musa ve Meryem’i canlandırıyorlardı. İlk Hristiyanlar ise günün müziğinden yararlanmadılar. Kendilerince bir müzik oluşturdular. İlk gizli tapınmalarını yapan Hristiyanlar, duygularını Tanrı’ya yönelik şarkılarla korolar hâlinde ifade ettiler. Misyonerler, puta tapanları Hristiyan yapmak için ilahîlerden yararlandılar. Böylece 1000 yıla yakın bir süre bu ilahiler Hristiyan inancının büyümesine yayılmasına yardımcı oldu. Müzik ilk Hristiyanlar tarafından etkili ve dokunaklı bir öğe olarak görülüyordu. Müzik aynı zamanda törenlere parlaklık veriyor, dualarda birliği sağlıyor, kutsal metinlerin kolayca ezberlenmesine yardımcı oluyordu. Yukarıda söz edilen gelişmelere karşılık, müziğin serbestçe gelişimine kilisede bazı engeller de konulmaya başlandı. Önceleri çalgılar gözden çıkarıldı. Halk ezgisi ve çalgılarının reddedilmesine rağmen, zamanla halk müziği kiliseye sızdı. Nihayet VII. yüzyılda org, kiliseye kabul edildi. XIV. yüzyıldan itibaren kilisenin müzik üzerindeki etkisi azaldı.Bu yüzyılda bütün sanat dallarında olduğu gibi müzik alanında da sanat, dinî olmaktan uzaklaşmaya başladı ve yeryüzünün gerçekliğini anlatır oldu. Çalgılar kiliseye rahatlıkla girmeye başladı. Dinin müziğin gelişimi üzerindeki kısıtlayıcı pozisyonu da azaldı. İslam dünyasından bazı filozofların, müziği bir ilim olarak benimsemelerinin yanı sıra müziğin haram olduğunu ileri süren İslam düşünürleri de olmuştur. Bu nedenle müzik, İslam dünyasında zaman zaman yasaklanmıştır. Müziğin helal mı yoksa haram mı olduğu tartışmaları sürerken bazı kimseler onu matematiğin bir alt kolu olarak kabul etmişlerdir. Müslüman araştırmacılardan Faruki’nin vardığı sonuca göre İslam tarihinde müzik tartışmaları, müziği ortadan kaldırmamış ancak bütün müzik faaliyetlerinin dinî ve ahlakî bakımdan kontrol altında tutulmasını sağlamıştır. Ancak böyle bir kontrol mekanizması bile, müziğin gelişimini olumsuz yönde etkilemiştir. Türkler, İslamiyeti kabul edince, İslamın müzik konusunda anlayışını yumuşatarak benimsediler. Örneğin cami dışında, çeşitli tarikatların tekkelerinde, değişik çalgılar eşliğinde ibadet yapılıp,tef,bendir,çalpara vs.gibi bazı enstrümanlar çalınabiliyordu. İslam dünyasında müziğe en fazla ilgi, genellikle tasavvuf ehli tarafından gösterilmiştir. Musiki, “sema” adı altında tasavvufa girmeye başlamış ve İslam tasavvufunun belli başlı karakteristiği hâline gelmiştir. Böylece bütün sufi ve tarikat mensupları tarafından belirlenen insanı Allah’a yaklaştıran ve yükselten dini bir unsur olarak görülmüştür.Ayrıca Anadolu aleviliğinde saz eşliğinde semah bir ibadet çeşitliliği olarak ta karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki tarikatların pek çoğunda kullanılan müzik, sürekli aynı tempoda ve aynı kalıplar şeklinde okunarak ve vurularak okuyanları ve dinleyenleri kendinden geçirmeye çalışıyordu. Söz, ritm, ezgi beraberliği ve raks ilkel kabile ayinlerinde de aynı işlevi görüyordu. İbadet biçimleri onlarla aynı olmakla birlikte içerik yeniydi. Çalgılar hiçbir zaman cami içerisine sokulmadı. Sadece dinî konuları işleyen; “ilahi”, “naat”, “ezan”, “sala”, “temcit”, “tekbir” ve “miraciye” gibi çeşitli sözlü eserlere yer verildi. Din ve müzik ilk oluşumlarından bu yana birlikte bulunmuşlardır. Kimilerine göre dinler, müziğin ve diğer sanatların varlığını tehdit edecek kadar meydan okuyucu olmuştur. Ancak diğer yandan da din ve sanatın ayrılmaz bir bütün olduğu kabul edilir. Aslında burada bir ikilem yoktur. Kimi zaman karşıt, kimi zaman özdeş kurumlar olarak alınan din, müzik ve diğer sanatların gelişimi hep birlikte olmuştur. Çünkü onlar bir bütün içinde bağımlı bir sistemin parçalarıdır. Ayrıca kültürlerin her unsuru iki uçludur. Biri diğerini etkiler, birinin yavaşladığı yerde diğeri devam eder. Müziğin siyaset, ekonomi ve din ile olan yakın ilişkisi yüzyıllardır devam ettiği gibi bundan sonra da devam edecektir. Müzikte yeni türler, olumlu ya da olumsuz nitelendirilebilecek değişimler, gelişimindeki hızlanmalar, yavaşlamalarla hep toplumla ve toplumun çok önemli kurumları olan siyaset,ekonomi ve din ile birlikte yürüyecektir. KAYNAKLAR: 1-Alp, Sedat (1999). Hititlerde Şarkı, Müzik ve Dans. Ankara: Kavaklıdere Kültür Yayınları. 2-Attali, Jacques (2005). Gürültüden Müziğe. Müziğin Ekonomi-Politiği Üzerine. Çeviren: Gülüş Gülcügil Türkmen. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 3-Aydın, Mustafa (1997). Kurumlar Sosyolojisi. Ankara: Vadi Yayınları.Çelebi, Nilgün (1990) Sosyoloji Nedir? Konya: Selçuk Ünversitesi Yayınları. 4-Denselow, Robin (1993). Müzik Bittiği Zaman – Politik Popun Öyküsü. Çev.: Deniz Oktay. İstanbul: Alan Yayıncılık. 5-Durgun, Şenol (2005). Türkiye’de Devletçi Gelenek ve Müzik. Ankara: Ümit Ofset matbaacılık. 6-Günay, Edip (2006). Müzik Sosyolojisi-Sosyolojiden Müzik Kültürüne Bir Bakış. İstanbul: Bağlam Yayıncılık. 7-Kaygısız, Mehmet (1999). Müzik Tarihi – Başlangıcından Günümüze Müziğin Evrimi. İstanbul: Analiz Basım Yayım Tasarım Uygulama Ltd. Şti. 8-Kaygısız, Mehmet (2000).Türklerde Müzik. İstanbul: Analiz Basım Yayım Tasarım Uygulama Ltd. Şti. 9-Selanik, Cavidan (1996). Müzik Sanatının Tarihsel Serüveni. Ankara: Doruk Yayıncılık. 10-Saygun, A. Adnan (...). Atatürk ve Musiki. Ankara:Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Yayınları: Ajans Türk Matbaacılık. 11-Seza, Cemil (1972). Estetik: Sanat ve Güzelliğin Simgesi. İstanbul:Remzi Kitabevi. 12-Uçan, Ali (1996). İnsan ve Müzik- İnsan ve Sanat Eğitimi. Ankara: Müzik Ansiklopedisi Yayınları. 13-Ulusoy, M. Demet (2005). Sanatın Sosyal Sınırları. Ankara: Ütopya Yayınevi. Sayın Bekir Aksoy'a katılımlarından dolayı İLESAM Haysiyet Kurulu Başkanı Hanifi Işık tarafından bir “Teşekkür Belgesi” takdim edildi. Etkinliğin ikinci yarısını oluşturan Şiir Dinletisi Sadık Kılıç tarafından gerçekleştirildi. Hanifi Işık, Bekir Yeğnidemir, Murat Haydaroğlu, İbrahim Atasoy, Musa Ay, Fevzi Daşkın, Cezmi Daşkın, İhsan Hökelekli, Ali Dönmez, Halil Yazanel, Seyfettin Çoban, Meliha Demirtaş, İsmet Ulaş, İbrahim Yaman, Hüseyin Ünlü, Hüsnü Ekizceli, Aida Zeynalova, Merih Baran, Rabia Zorlu, Mahir Onat, Ozan Sevdâi, Bayram Yelen, Selahattin Aydemir, Elifçe, Orhan Vergili, Ahmet Afacan, Yeter Bektaş, Meral Otan, Durak Turan Düz, Hayrettin Gültekin, Tuncer Ulusoy, Necati Aslan'da etkinliğe katılan isimler arasındaydı. TÜRKİYE İLİM ve EDEBİYAT ESERİ SAHİPLERİ MESLEK BİRLİĞİ İLESAM GENEL MERKEZİ Adres : İzmir 1.Cad. No: 33/16 Aydın Apartmanı, Kat:4 Kızılay / ANKARA Tel : 0 312 419 49 38 Faks : 0 312 419 49 39 Web : www.ilesam.org.tr E-Posta : ilesam@ilesam.org.tr
İLESAM CUMARTESİ SOHBETLERİ ve ŞİİR DİNLETİSİ (24 Şubat 2018) “Musikinin Toplumsal İşlevi ”
Edebiyatın, sanatın, kültürün ve aktüel konuların konuşulduğu, şiirlerin okunduğu etkinliklerine devam eden Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliğinin Cumartesi toplantılarından biri daha 24 Şubat 2018 tarihinde İLESAM Kültür Evinde gerçekleştirildi.
İLESAM Genel Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız'ın yaptığı açılış konuşmasıyla başlayan program, Bekir Aksoy'un “Musikinin Toplumsal İşlevi ”konusunu anlatması ile devam etti. Sayın Bekir Aksoy'a konuşma metnini bizlerle paylaştığı için teşekkür ediyor ve metni sizlere aktarıyoruz.
“Musikinin Toplumsal İşlevi”
İnsanların oluşturduğu kültür, toplumsal etkileşimlerin sonucunda ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Müzik, bu kültür oluşumunun en başından beri insanlıkla
birlikte gelişmiş, toplumla şekillenmiş, ihtiyaçlara göre değişmiş ve değiştirmiştir. Müzik insanın meydana getirdiği kültürün bir değişkeni olarak, siyaset, din,
ekonomi gibi pek çok kurumla birlikte yaşamıştır. Müzik biçimleri, türleri, sorunları iç içe yaşadığı bu alanlarla biçimlenmiştir.İçinde bulunduğu toplumun kültürel özellikleriyle şekillenen müzik; gelişmesine imkân tanıyan ve gelişmesine imkân sağladığı, kimi zaman sözlü mesajlardan daha etkili olduğu siyaset ile; doğumundan itibaren birlikte olduğu, bazen onun sayesinde, bazen ona rağmen geliştiği din ile; seslendiricisi ve tüketicisi ile gitgide daha çok iç içe olduğu ekonomi ile bir bütün olmuştur. Tarihsel süreç içinde yaşanan her olay, savaşlar, yasaklar, kurallar, refah,bolluk,kıtlık v.s. toplumun her alanını ve müziği derinden etkilemiştir. Bu çalışmada, toplum yaşamının temel yapı taşlarından olan siyaset, din ve ekonomi üçlüsünün müziğin hangi işlevlerinden yararlandığını, müziği nasıl etkilediğini ve müzikten nasıl etkilendiğini ortaya koymak bu konferansımızın konusudur. Siyaset, din ve ekonomi kurumları, sanatın her alanını kendi ihtiyaçları açısından eleştirir ve hangi tip sanatın üretileceği, sanatın rolü ve pozisyonu hakkında büyük rol oynarlar. Bu bağlamda ilk olarak müziğin siyasetle ilgisine göz atmaya çalışalım.
MÜZİK VE SİYASET
Siyasî kurumlar, sosyal sistem içinde nihai, meşru güç kaynaklarıdır. Temel görevi toplumu düzenlemek olan siyasi kurumlar, en ilkel kültürlerde bile bulunmaktadır. Toplumlar geliştikçe, siyasi kurumlar da giderek organize olmuş, gelişmiş ve daha çok göreve sahip olmuştur. En ilkel toplumlardan günümüze kadar,siyasi kurumlarla müzik arasında yakın bir ilişki süre gelmiştir. Tüm sanat dallarının kısmen ya da büyük ölçüde siyasi kurumlar tarafından himaye edilmesi ve desteklenmesi geçmişten günümüze varlığını korumaktadır. Siyaset bilimi, resmi planlama ve eylemlerde gerekli gücün bulunması,bilinmesi ve uygun koşullarda kullanımı ile ilgilenir. Bir devletin siyasetinden söz ettiğimizde o toplumu oluşturan tüm kültürel değişkenler de düşünülmelidir. Sanat bir dildir ve bu yüzden insanları bilgilendiren, düşündüren, duygulandıran ve harekete geçiren bir güce sahiptir. Müzik belki de, tüm sanat dalları içinde insanları etkileme ve birleştirme gücüne en çok sahip olandır. Siyasi gücü elinde bulunduranlar her çağda müziğin bu gücünden yararlanmak istemişlerdir. Yöneticiler tarih boyunca kendilerini öven, güçlerini vurgulayan müzisyenleri ödüllendirmiş, onlara destek olmuşlardır. Bu durum primitif toplumlarda , Avrupa'lı saray müzisyenlerinde , Osmanlı’da ve günümüzde de benzer durumlar arzetmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nda çoğu padişah, eserlerini beğendikleri bestecileri desteklemiş, maddî kaynak sağlamışlardır. Avrupa’da da durum aynıdır. Pek çok besteci, krala bağlı olarak çalışmıştır. Siyasetin direkt içinde olan ya da siyasi mesajlar içeren müzisyenler tarih boyunca olmuştur.(Fırat Kutluk’un Müzik ve Politika (1997) adlı kitabında değindiği,monarşi karşıtı bir mason olan Mozart, Napoli’de Cumhuriyetçiler için marş yazan Domenico Cimarosa, İtalyan Ulusal Parlementosunda görev yapan ve şarkıları özgürlük şarkıları olmuş Verdi, Brüksel’de sahnelenen operasından sonra Hollanda Krallığı’nın egemenliğine başkaldıran halkı sokaklara döken Auber, İsrail’li askerler için askeri kamplarda müzik yapan Daniel Barenboim ve eşi Jacqueline du Pre, sisteme zarar verdikleri gerekçesiyle vatandaşlıktan çıkarılan Rus soprano Vishnevskaya ve viyolensel sanatçısı Rostropovitch, Nazi döneminde Müzik Odası başkanlığı yapan ve faşist damgası yiyen Richard Struss, kominist olduğu gerekçesi ile idam edilen Erwin Schulhoff, Yahudi karşıtı görüşleriyle tanınan ve Hitler’e yakın olması nedeniyle faşist olarak tanınan Wagner ve niceleri). Müzisyenlerin siyaset üzerindeki etkileri gibi tarih boyunca siyasi liderlerin de müzik üzerinde önemli etkileri olmuştur. Özellikle totaliter rejimlerde bu etki daha güçlü hissedilmektedir. Totaliter rejimlerde devlet, sanatın tüm dallarında tam bir kontrol denetimi sürdürmek ister. Bu da sanatın fonksiyonunu daraltır.Diktatörlükte sanat,toplum üyelerinin sistem içinde bütünleşmesine hizmet eder. Diktatörlük, müzik,resim ve edebiyattan idealini destekleyen eserler bekler. Nazi Almanya’sında olduğu gibi, sanat eserlerinde herkesin anlayabileceği basit bir dil beklenir.
Buna uygun davranan müzisyenler ve diğer sanatçılar ekonomik olarak ödüllendirilir ve resmi statülerle onurlandırılır. Nazi Almanya’sında yeni sanat akımları şiddetle eleştirilmiş ve bu akımlar dejenere olarak tanımlanmıştır. Nazi yönetimi halka istediği müzik kültürünü aşılamada oldukça başarılı idi. Savaş sırasındaki yaşamsal güçlüğü saklamada müziği kullandılar. Nazi doktrinini halka öğretmede müziğin olağanüstü gücünden yararlandılar . Nazi sosyalizmini en güzel anlatacak müziksel araştırmalara ve bestecilere ödüller verildi. Tıpkı Almanya’da olduğu gibi faşizm İtalya’da da müziği ele geçirmeye çalıştı.
Müziğin propaganda gücünün farkında olan İtalyanlar da müziği siyaset aracı olarak yoğun şekilde kullandılar. Rusya’da Çar Petro’nun ve ondan sonraki üç çariçenin (özellikle II. Katerina’nın) egemenlik yıllarında yaşanan Batılılaşma sürecinde de müziğe ciddi yönlendirmeler yapılmıştır.Rusya devriminden sonra da sanat eğitimi üzerinde devletin çok etkisi olmuştur. Müziğe siyasîler tarafından müdahale yapılması rejim değişiklikleri sırasında da görülen bir durumdur. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından kurulan Türkiye’de cumhuriyet rejimine geçişin ardından çağı yakalama süreci içinde, müziğin toplum üzerindeki gücünü bilen Atatürk tarafından müziğe büyük önem verilmiştir. Düşünsel planda kurulan düzenin, yaşamsal boyut kazanması için sanatın her alanına ama özellikle müziğe bazı görevler yüklenmiştir. Bu dönemde eğitim görmeleri için Avrupa’ya müzisyenler gönderilmiş, Türk Halk Müziği temalarına dayalı, Batı Müziği armoni kurallarına göre çok sesli bestelerin yapılması desteklenmiştir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında siyasi ideoloji,müzik eserlerine yön vermiş, onu şekillendirmiş, ortaya konan eserler sıkı bir denetimden geçmiştir. Daha sonraki yıllarda da televizyonun tek kanallı dönemlerinde TRT bünyesi içinde müzik eserleri denetimden geçmek durumundaydı. Öyle ki, 1968-1972 yıllarında denetime gönderilen 2394 şarkıdan 950’si yayınlanabilir izni almıştı.(Uzun yıllar bazı arabesk bestecilerinin eserleri denetimden geçememiş,TV ve radyoda okunmamasına dikkat edilmiştir.) Devletin beğenilmeyen etkinliklerine, müzik aracılığı ile karşı koyuş denilince akla protest müzik gelir. Müzikte protest eğilimler pek çok ülkede görülür. Bu durum Amerikan pop müziğinde yerel şarkılarla belirginleşir. ‘Zafer’, ‘Grev’, ‘Birleşin’ gibi sözcükler bu şarkılarda sıkça kullanılır. 1960’larda ki bu müziğin etkileri bugün bile hissedilmektedir.1967’ye gelindiğinde Rock’ın politik bir işlev üstlendiği görülür. Vietnam’da, ırkçılığa yani Amerikan ideolojisine karşı bir tavır sergiler.1990’lı yıllardan sonra büyük çıkış yapan rap, hip-hop gibi müzik türlerinde de sık sık politik sözlere yer verilmektedir. Türk müziğinde de benzer etkiler 1970’li yıllarda görülmeye başlandı. Cem Karaca, Fikret Kızılok, Melike Demirağ gibi müzisyenler bu akımda başı çekti.
Kimi şarkılar slogan olmaktan öteye geçemedi.(Belli bir mesaj vermeyi amaçlayan pek çok şarkının kaderidir bu,çünkü müzik her zaman ikinci plana atılma tehlikesi ile karşı karşıyadır). Bazı şarkılar ise daha uzun süre etkisini sürdürdü. Daha sonraları Zülfü Livaneli, Ahmet Kaya, Grup Yorum, Grup Kızılırmak, Grup Mozaik gibi kişi ve gruplar politik müzik yapmayı sürdürmüşlerdir. 1980’li yıllardan sonra ortaya çıkan yeni bir tür vardır: İslami pop ya da yeşil pop. Gerçi bu müziği yapanlar özgün müzik tanımını tercih etmektedirler ama toplumda yeşil pop ismi büyük ölçüde benimsenmiştir. Adı ya da İslamiyet’teki yeri tartışılsa da bu müzik türü Türkiye’deki toplumsal değişimin bir göstergesidir. Müzik dünyanın her yerinde kaçınılmaz bir şekilde seçim mitinglerinde yer almıştır. Bazı şarkılar parti sloganı hâline geldi ve sevilen müzisyenlerin toplumdaki etkisinden yararlanılmaya çalışıldı. Örneğin Margaret Thatcher’in seçim gezilerinde Rod Stewart’ın boy göstermesi gibi. Müzik toplum üzerinde hep büyük bir etkiye sahip oldu. 1989 yılında Batı Berlin’de iki Almanya’yı ayıran duvarın yakınında gerçekleşen Rolling Stones konserini, duvara yaklaşıp dinlemek isteyen Doğu Almanya'lı gençlerin polisçe engellenmesi sonucunda, mevcut rahatsızlık tetiklenmiş, 4000’e yakın kişi ‘duvar yıkılmalı’ sloganları atmıştır. Edip Günay’a göre (2006) siyasal mesajlı müzikler halk müziklerinden, çok sesli sanat müziklerine kadar müziğin her çeşidinde bulunmaktadır. Uluslararası düzeyde karşılamalar, açılış törenlerinde karşılıklı olarak ulusal marşların çalınması da müziğin siyasal güçlerinden biri olarak düşünülebilir. Ayrıca müzik, siyasal ilişkilerde yumuşatıcı, kaynaştırıcı bir rol de üstlenebilir. Örneğin; Şah Rıza Pehlevi’nin Türkiye’yi ziyaretinde Atatürk; Adnan Saygun’un Türk-İran dostluğunu işleyen Özsoy (Feridun) Operası’nın sahnelenmesini istemiştir. Günümüz şartlarında her toplum hızlı bir kültürel değişim yaşamaktadır. Bu değişim içinde toplumun düzenini sağlamak devletin işidir. Kültür, bir toplum için çok önemlidir. Bu öğelerin devlet tarafından korunması, himaye edilmesi gereklidir. Modern devlet anlayışında sanatı, sanatçıları desteklemek, devletin aslî görevlerinden biri olarak görülmektedir. Modern çağda, sanatçılar siyasî kurumlardan bağımsızlaşmış, devletin sanatçı üzerindeki etkisi ve derecesi farklılaşmıştır. Bağımlılık durumunda yeni oluşumların gelişmesi çok zordur. Dolayısıyla sanatçıların siyasi bağımlılıktan uzaklaşması gerekli olsa da, siyasal desteğin varlığı sanatın devamı için de son derece önemlidir.
Müziğin toplumun değer sistemleri üzerinde de şüphesiz etkisi vardır. Kültürel değişimi hızlandıran müzik, bireyleri yeni rol ve yaşam tarzına yöneltebilir. Ayrıca önemli bir eğitim ve iletişim aracı olan müzik, bireylerin toplumla bütünleşmesine yardımcıdır. Bu anlamda devletin desteğine olan ihtiyaç açıktır. Özellikle popüler bir tüketim aracı olmayan, kamu yararına olan ancak uğraşanlarına maddi getirisi olmayan müzik türlerinin devletçe desteklenmesi gereklidir. Tabii bu noktada “kamu yararı” kavramının nasıl ve neye göre olacağına da siyasiler tarafından karar verilir.
MÜZİK VE EKONOMİ
Sanatın var edilişi ve sanatla ilgili ürünlerin yaşatılmasında, bazı düşünürlere göre birincil, bazı düşünürlere göre daha az önemli görülen neden ekonomidir.
Ekonomi kurumunun temel işlevi meta (mal-hizmet) üretimi, dağıtımı ve tüketimi ile ilgili işlemlerdir. Müziğin ekonomik işlevleri de bu aşamalara dayanır. Müzik eserleri, yorumlama, çalgı yapımı, yapıtların basımı, yedek parçalar, elektrikli veya mekanik müzik araçları müziğin üretim aşamasında yer alır. Müzik yayıncıları, CD, kaset satışlarının yapıldığı yerler,konser düzenleyicileri,düğünler için müzik topluluğu hizmetleri,zamanımızda boy gösteren,internet, radyo, televizyon hizmetleri, müzik yapıtlarının ve çalgıların depolanması, alım satım işlemleri ile ilgili düzenlemeler,müziğin hizmet öncesi dağıtım
aşamasında yer alır. Müzik dinleme, çeşitli durumlarda müziği kullanma, müzik yapıtlarının seslendirilmesi ile ilgili araç ve gereçleri alıp kullanma,çeşitli konserler,düğün merasimleri ve zamanımızda yaygınlaşan islamı düğünde görev alan ilahi gurupları ve mevlidhanların görevleri ve dinleyicilerin kendileri müziğin tüketim işlevi ile ilişkilidir. Bu temel işlemler çerçevesinde yüzlerce bağlantı vardır:
Pazar, sermaye, para, reklam, rekabet bu öğelerdendir. Müziğin ekonomik işlevleri denilince aynı zamanda, ekonomik yaşamda müziğin yaptığı iş, üstüne düşen görev, oynadığı rol, gösterdiği etki, sağladığı anlamlı yardım, katkı, destek ve yarar da akla gelir. yüzyıldan önceki dönemlerde, müzisyenler kendilerini maddi açıdan destekleyen ekonomik ve politik çevreye büyük ölçüde bağımlıydılar. Ekonomik ve politik yönden güçlü olan elitler, yüksek kültürün popüler sanata oranla daha önemli olduğu düşüncesi ile, sanatı yüksek statüleri için basamak olarak kullanmışlardır.
19.yüzyıldan sonra ise durum değişmiş, sosyal tabakalar ve dinledikleri müzik farkı gitgide belirsizleşmeye başlamıştır. Müzisyenler ve tüm sanatçılar artık eskiye oranla daha bağımsız olsa da bu sefer de serbest pazar ekonomisinin içinde hayatta kalma yarışı başlamıştır.(Radyonun icadı ve fonografın keşfi de bu sonucu ortaya çıkarmaya başlamıştır).
Gelişen teknoloji ile birlikte müzik, salonlardan eve taşınmaya, paketlenip satılmaya başlanmış yani bir mal hâline dönüşmüştür. Gittikçe sanayileşen toplumlarda müzik, iletişim organları, kayıt sistemleri, dinleme organları gibi yeni öğelerinde katkısıyla dev bir sanayi kolu olmuştur. Dünyanın pek çok yerinde müzik için ayrılan para okuma ve başka etkinliklerden daha fazladır.
Günümüzde müziği üretip, pazar ürünü olarak dağıtan geniş bir kitle vardır. Ekonomik gelir bu kitleler için bir numaralı amaç olmuştur. Müziğin sanatsal değeri ve eğitim yönü bu kitlelerce önemsenmemektedir. Üretilen müziği mümkün olan en fazla insana pazarlamak asıl amaçtır. Artık daha çok satabilmek adına müzikle birlikte sunulan gösteriler, cinsel görüntüler, danslar, kıyafetler müziğin de önüne geçmiştir. İyi bir satış grafiği yakalamış ürünlere benzer ürünler ortaya koyup çok satma isteği, bir süre sonra benzer ürünlerin çekiciliği kaybetmesine yol açmakta, ardından yeni arayışlar içine girilmektedir. Yeni söz yazarları, yeni besteciler, yeni sesler… Gençlerin satan ürünleri aldıklarını, ilanların satışları hızlandırdığını, satışlarda Top5 ,Top10 gibi hit-parade’lerin (en çok satanlar listesi) öneminin keşfedilmesi uzun sürmemiş, bu konuya da yatırım yapılmaya başlanmıştır. Bu döngüyü yıldızlar döngüsü de izleyerek çark giderek büyümeye dönüşmüştür. 1970’lerde plak satışları yılda 1 milyar adede ulaşır. 1990’larda ise kasetler 1,5 milyar adet satar. 2000’li yıllara gelindiğinde CD satışları 2,5 milyarı bulur. Plaklardan DVD’ye müzik saklama araçlarının ne kadar boyutu küçülse de depolanmaları çok yer tutar. Öyle ki endüstrinin satmak istediği kadar malzeme satılmaz. Bu yüzden daha az yer tutan farklı bir depolama yöntemi arayışı başlar ve bulunur: Mp3. İlk olarak Sony sabit diske alınan bir Mp3’ü CD hâline getirmek için bir kaydedici, ardından Mp3’leri bilgisayardan doğrudan alabilen taşınabilir bellekler piyasaya sürer. Hemen ardından bu cihazlarda bir çığ gibi büyüyerek yayılır. Tabii Mp3’ler korsan piyasasını da hareketlendirir.Müzik endüstrisinin toplam kazancı 1984 yılından 2001’e gelindiğinde üç kat artarak 40 milyar dolara ulaşır. Müzik endüstrisi artık müzik yayıncılarından radyolara, televizyon kanallarından sinema yapımlarına pek çok farklı grubu kapsamaktadır. 2000’li yıllarda özellikle ülkemizde, insanlar ekonomik ve sosyal nedenlerle televizyona hapsoldu ve zamanla televizyon dizilerini izlemek yemek yeme, tuvalete gitme gibi bir alışkanlık hâline dönüştü. İşte böylesine müthiş şekilde insanların hayatına giren ve sosyal sıkıntılar içinde hayatın bir parçası olan dizilerin gücünü, müzik eserlerinin pazarlamasında rol oynayanlar hemen keşfetti. Dizilerde yer alan müzikler, insanların beynine öylesine kazınıyordu ki, o şarkıların olduğu albümlerin satışı patladı. Örneğin yılların müzisyeni Münir Nurettin’in şarkılarını seslendiren Timur Selçuk’un albümleri, şarkılarından birinin Bir İstanbul Masalı adlı dizide seslendirilmesiyle bir anda arttı. Televizyonda mantar gibi çoğalan sözde müzik yarışmalarında medya fazlasıyla kârlı çıktı. Ancak bu yarışmalarda 1 milyondan fazla SMS alan bir kişi, albüm yaptığında yüz binlik satışı zor elde edebildi. Bu yarışmalara katılan, günlerce ayakta sıra bekleyen, psikolojileri bozulan gençler de dev piyasanın dişlileri arasında yok oldu. Gerçi son yıllarda Türkiye’de müzik albümlerinin satmaması sadece bu gençlerin değil tüm müzisyenlerin sorunudur. Albümlerdeki repertuar sıkıntısı, korsan sorunu, radyoların ve televizyonların albümleri kontrolsüz tüketmesi, insanların alım gücünün düşmesi gibi birçok nedenlerle albüm satışı geçmişe oranla azalmıştır. Müziğin ekonomik işlevi, politik ve ekonomik elitler tarafından her zaman değerlendirilmiştir. Gittikçe sanatsal kaygıdan çok parasal kaygıyla müzik yapılmaya başlanmıştır. Bu durum, sanat için üretilen müzik eserlerinin devlet ve gönüllü kişi ve kuruluşlar tarafından daha çok desteklenmeye ihtiyacı olduğunu ortaya koymaktadır. Müziğin sanatsızlaşması da, insanların bilgisayarlaşması ve toplumun cep telefonu sıkıntısı gibi büyük bir sorundur. Ancak sonuçları iyi ya da kötü, çağın,teknolojinin şartlarına bağlı olarak pazarın şekli sürekli değişse de müzik ve ekonomi kurumu her yerde ve her zaman olumlu veya olumsuz bir şekilde iç içe olmuştur ve olmaya da devam edecektir.
MÜZİK VE DİN
Sanatta ifade edici içerik göreli olarak sabit kalsa da, bunlara yüklenen anlam değişkendir ve sanat eserlerine yüklenen anlamlarda dinin etkisi çok büyüktür. Bir müzik eserinin nitelenmesi sadece estetik, teorik kaygılarla değil, müzik dışı alanlara da bağlı olarak yapılmaktadır. Bir müzik yapıtının tarihin belli döneminde beğenilmediği, çirkin hatta günah sayıldığı; başka bir yerde ya da zamanda tam tersine çok beğenilip, sanat olarak değerlendirildiği görülebilmektedir. Bu değerlendirmeler de din büyük rol oynar. Dinin temelinde inanç olgusu yatar. İnanç bir ifadenin bir kimse tarafından doğru olarak kabul edilmesidir. Sosyoloji insan birlikteliği gerçeği üzerinde odaklaşır. Söz konusu insan birlikteliğine katkıda bulunan her şey sosyolojiktir. Bu anlamda hem müzik hem din, insan birlikteliğine katkıda bulunan sosyolojik kurumlardır.
Müziğin doğuşu ile ilgili pek çok varsayım olmakla birlikte bu görüşlerden biri de müziğin ilkel tapınmanın bir öğesi olarak doğduğudur. Bu görüşe göre müzik, Tanrı’ya ya da Tanrı olarak tanınan bir varlığa karşı inanç ve bağlılığı anlatmak, göstermek için yapılan dinsel törenlerin bir öğesi olarak birtakım sözlerin bir ezgi akışı içinde yinelenmesinden doğmuştur. Ayrıca pek çok eski kültürde müziğin tanrıların bir hediyesi olduğuna inanılırdı. Bu inançlardan bazıları şöyledir: “Müzik ilk insan olan Adem ile birlikte var olmuştur.” Bu görüşe göre ilk insan Adem ile var olan müzik, sonraki insanlarla birlikte değişerek günümüze kadar gelmiştir. Alman müzik bilgini Jacob Adlun’un “Müzik Bilginliğine Giriş” adlı kitabında bu görüş, açık bir şekilde dile getirilmiştir. Müziğin ortaya çıkışı ile ilgili bir başka görüş ise, “müziğin Adem’in torunlarından biri tarafından bulunduğu” görüşüdür. Tevrat’ta belirtilen bu görüşe göre ise müzik, Adem’in büyük oğlu Habil’in soyundan gelme Lemek’in oğlu Yubal tarafından bulunmuştur. Tevrat’ da müziğin bulucusu olarak Methuasel, Tubalkain ve Hz. Musa’nın da adları geçmektedir. Bir başka görüşe göre ise, “müzik tanrılar tarafından bulunmuştur.” Grek mitolojisine göre, müziği bulanlar ozan ve müzikçi Orfe ile Lino’nun babası Apollon ya da kovaladığı su perisi Syrin’in kendisinden kurtulmak için kaçarken ırmağa düşüp saz kamışına dönüşmesinden sonra bu kamıştan ilk müzik düdüğünü yapan Pan’dır. Hindular’ın bir efsansine göre ise, müzik, tanrı Brahma ve Tanrıça Sarsvati’nin buluşuydu. Eski Hintlilere göre, Parajapati, Indra ya da Vijnu tarafından; Eski Mısırlılara göre Osiris tarafından; eski Cermenlere göre ise Wotan tarafından bulunmuştur. Bu görüşler mitolojik ve hayal ürünü olarak görülseler de, tarih boyunca müziğe toplumsal olarak verilen önemi göstermektedir. Pek çok medeniyet, kendisini bu denli etkileyen müziğin ancak Tanrılar tarafından ya da kutsal kişiler tarafından bulunmuş olabileceğini düşünmüş, müziğin var oluşunu dini inançlarıyla bütünleştirmeye çalışmışlardır.
Eski çağlarda bağımsız bir sanat olmayan müzik, hep dinî inançlarla kaynaşmış bir hâldeydi. Dünyadaki tüm medeniyetlerde müzik başlangıçta din ile birlikteydi. Eski Çin tapınaklarında müziğe çok önem verilmiş, müzik halka yüce duyguları aşılamak için kullanılmıştır. Mezopotamya ve Sümerler’de de şiirsel dinsel yakarılar, dini şarkılara dönüşmüştür. Eski Yunan’da müzik bütün erdemlerin kaynağı sayılırdı. Toplumda önemli bir saygınlığı olan dinsel müziğin, yalnız insanlar değil, hayvanları da etkileme gücü olduğuna inanılırdı . M Ö 749 yılına ait bir belgeye göre eski Roma’da kazanılan zaferleri kutlamak için düzenlenen törenlerde tanrılara ilahiler söyleyerek teşekkür edilirdi. İbraniler’de devletin yaşamında dini müziğin önemli bir yeri olduğunu yine dini kitaplar belirtmektedir. Kırgızlarda, hasta iyileştirme, yağmur duası gibi dualar ilahiler eşliğinde toplu hâlde yapılırdı. Hitit halkının sosyal yaşamında şarkı, müzik ve dansın önemli bir yeri vardı. Dinî törenlerde hangi tanrıya kurban sunuluyorsa ya da tapınılıyorsa o tanrının mensup olduğu etnik grubun dilinde şarkı söylemek adetti. Tibet’in dinî törenlerinde de Lama ilahileri kullanılırdı. Şamanizm’de müzik, ruhlarla bağlantı kurmak için yapılan bir çeşit dinî ayin şeklinde kullanılmıştır. Yakut efsanesinde Şaman’ın davul üzerinde yedi kat gökte uçtuğundan bahsedilir. Altay’larda ve Yakutlar’ da ki inanışa göre, Şaman kötü ruhları davul içine toplar. Ayrıca, zil ve çıngırakların takılı olduğu bir asayı kullanan Şamanlarda vardı. İlahî dinlerde de müzik ve din ilişkisi başlangıcından beri iç içedir.
Musevilikte dini müzik içinde çalgıcılar kadınlardı. Değişimli korolar vardı. Solo şarkıcılarından biri erkek diğeri kadındı. Onlar Musa ve Meryem’i canlandırıyorlardı. İlk Hristiyanlar ise günün müziğinden yararlanmadılar. Kendilerince bir müzik oluşturdular. İlk gizli tapınmalarını yapan Hristiyanlar, duygularını Tanrı’ya yönelik şarkılarla korolar hâlinde ifade ettiler. Misyonerler, puta tapanları Hristiyan yapmak için ilahîlerden yararlandılar. Böylece 1000 yıla yakın bir süre bu ilahiler Hristiyan inancının büyümesine yayılmasına yardımcı oldu. Müzik ilk Hristiyanlar tarafından etkili ve dokunaklı bir öğe olarak görülüyordu. Müzik aynı zamanda törenlere parlaklık veriyor, dualarda birliği sağlıyor, kutsal metinlerin kolayca ezberlenmesine yardımcı oluyordu. Yukarıda söz edilen gelişmelere karşılık, müziğin serbestçe gelişimine kilisede bazı engeller de konulmaya başlandı. Önceleri çalgılar gözden çıkarıldı. Halk ezgisi ve çalgılarının reddedilmesine rağmen, zamanla halk müziği kiliseye sızdı. Nihayet VII. yüzyılda org, kiliseye kabul edildi. XIV. yüzyıldan itibaren kilisenin müzik üzerindeki etkisi azaldı.Bu yüzyılda bütün sanat dallarında olduğu gibi müzik alanında da sanat, dinî olmaktan uzaklaşmaya başladı ve yeryüzünün gerçekliğini anlatır oldu. Çalgılar kiliseye rahatlıkla girmeye başladı. Dinin müziğin gelişimi üzerindeki kısıtlayıcı pozisyonu da azaldı. İslam dünyasından bazı filozofların, müziği bir ilim olarak benimsemelerinin yanı sıra müziğin haram olduğunu ileri süren İslam düşünürleri de olmuştur. Bu nedenle müzik, İslam dünyasında zaman zaman yasaklanmıştır. Müziğin helal mı yoksa haram mı olduğu tartışmaları sürerken bazı kimseler onu matematiğin bir alt kolu olarak kabul etmişlerdir. Müslüman araştırmacılardan Faruki’nin vardığı sonuca göre İslam tarihinde müzik tartışmaları, müziği ortadan kaldırmamış ancak bütün müzik faaliyetlerinin dinî ve ahlakî bakımdan kontrol altında tutulmasını sağlamıştır. Ancak böyle bir kontrol mekanizması bile, müziğin gelişimini olumsuz yönde etkilemiştir. Türkler, İslamiyeti kabul edince, İslamın müzik konusunda anlayışını yumuşatarak benimsediler. Örneğin cami dışında, çeşitli tarikatların tekkelerinde, değişik çalgılar eşliğinde ibadet yapılıp,tef,bendir,çalpara vs.gibi bazı enstrümanlar çalınabiliyordu. İslam dünyasında müziğe en fazla ilgi, genellikle tasavvuf ehli tarafından gösterilmiştir. Musiki, “sema” adı altında tasavvufa girmeye başlamış ve İslam tasavvufunun belli başlı karakteristiği hâline gelmiştir. Böylece bütün sufi ve tarikat mensupları tarafından belirlenen insanı Allah’a yaklaştıran ve yükselten dini bir unsur olarak görülmüştür.Ayrıca Anadolu aleviliğinde saz eşliğinde semah bir ibadet çeşitliliği olarak ta karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki tarikatların pek çoğunda kullanılan müzik, sürekli aynı tempoda ve aynı kalıplar şeklinde okunarak ve vurularak okuyanları ve dinleyenleri kendinden geçirmeye çalışıyordu. Söz, ritm, ezgi beraberliği ve raks ilkel kabile ayinlerinde de aynı işlevi görüyordu. İbadet biçimleri onlarla aynı olmakla birlikte içerik yeniydi. Çalgılar hiçbir zaman cami içerisine sokulmadı. Sadece dinî konuları işleyen; “ilahi”, “naat”, “ezan”, “sala”, “temcit”, “tekbir” ve “miraciye” gibi çeşitli sözlü eserlere yer verildi. Din ve müzik ilk oluşumlarından bu yana birlikte bulunmuşlardır. Kimilerine göre dinler, müziğin ve diğer sanatların varlığını tehdit edecek kadar meydan okuyucu olmuştur. Ancak diğer yandan da din ve sanatın ayrılmaz bir bütün olduğu kabul edilir. Aslında burada bir ikilem yoktur. Kimi zaman karşıt, kimi zaman özdeş kurumlar olarak alınan din, müzik ve diğer sanatların gelişimi hep birlikte olmuştur. Çünkü onlar bir bütün içinde bağımlı bir sistemin parçalarıdır. Ayrıca kültürlerin her unsuru iki uçludur. Biri diğerini etkiler, birinin yavaşladığı yerde diğeri devam eder. Müziğin siyaset, ekonomi ve din ile olan yakın ilişkisi yüzyıllardır devam ettiği gibi bundan sonra da devam edecektir. Müzikte yeni türler, olumlu ya da olumsuz nitelendirilebilecek değişimler, gelişimindeki hızlanmalar, yavaşlamalarla hep toplumla ve toplumun çok önemli kurumları olan siyaset,ekonomi ve din ile birlikte yürüyecektir.
KAYNAKLAR:
1-Alp, Sedat (1999). Hititlerde Şarkı, Müzik ve Dans. Ankara: Kavaklıdere Kültür Yayınları.
2-Attali, Jacques (2005). Gürültüden Müziğe. Müziğin Ekonomi-Politiği
Üzerine. Çeviren: Gülüş Gülcügil Türkmen. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
3-Aydın, Mustafa (1997). Kurumlar Sosyolojisi. Ankara: Vadi Yayınları.Çelebi, Nilgün (1990) Sosyoloji Nedir? Konya: Selçuk Ünversitesi Yayınları.
4-Denselow, Robin (1993). Müzik Bittiği Zaman – Politik Popun Öyküsü. Çev.: Deniz Oktay. İstanbul: Alan Yayıncılık.
5-Durgun, Şenol (2005). Türkiye’de Devletçi Gelenek ve Müzik. Ankara: Ümit Ofset matbaacılık.
6-Günay, Edip (2006). Müzik Sosyolojisi-Sosyolojiden Müzik Kültürüne Bir Bakış. İstanbul: Bağlam Yayıncılık.
7-Kaygısız, Mehmet (1999). Müzik Tarihi – Başlangıcından Günümüze Müziğin Evrimi. İstanbul: Analiz Basım Yayım Tasarım Uygulama Ltd. Şti.
8-Kaygısız, Mehmet (2000).Türklerde Müzik. İstanbul: Analiz Basım Yayım Tasarım Uygulama Ltd. Şti.
9-Selanik, Cavidan (1996). Müzik Sanatının Tarihsel Serüveni. Ankara: Doruk Yayıncılık.
10-Saygun, A. Adnan (...). Atatürk ve Musiki. Ankara:Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Yayınları: Ajans Türk Matbaacılık.
11-Seza, Cemil (1972). Estetik: Sanat ve Güzelliğin Simgesi. İstanbul:Remzi Kitabevi.
12-Uçan, Ali (1996). İnsan ve Müzik- İnsan ve Sanat Eğitimi. Ankara: Müzik Ansiklopedisi Yayınları.
13-Ulusoy, M. Demet (2005). Sanatın Sosyal Sınırları. Ankara: Ütopya Yayınevi.
Sayın Bekir Aksoy'a katılımlarından dolayı İLESAM Haysiyet Kurulu Başkanı Hanifi Işık tarafından bir “Teşekkür Belgesi” takdim edildi.
Etkinliğin ikinci yarısını oluşturan Şiir Dinletisi Sadık Kılıç tarafından gerçekleştirildi.
Hanifi Işık, Bekir Yeğnidemir, Murat Haydaroğlu, İbrahim Atasoy, Musa Ay, Fevzi Daşkın, Cezmi Daşkın, İhsan Hökelekli, Ali Dönmez, Halil Yazanel, Seyfettin Çoban, Meliha Demirtaş, İsmet Ulaş, İbrahim Yaman, Hüseyin Ünlü, Hüsnü Ekizceli, Aida Zeynalova, Merih Baran, Rabia Zorlu, Mahir Onat, Ozan Sevdâi, Bayram Yelen, Selahattin Aydemir, Elifçe, Orhan Vergili, Ahmet Afacan, Yeter Bektaş, Meral Otan, Durak Turan Düz, Hayrettin Gültekin, Tuncer Ulusoy, Necati Aslan'da etkinliğe katılan isimler arasındaydı.
TÜRKİYE İLİM ve EDEBİYAT ESERİ SAHİPLERİ MESLEK BİRLİĞİ
İLESAM GENEL MERKEZİ
Adres
:
İzmir 1.Cad. No: 33/16 Aydın Apartmanı, Kat:4 Kızılay / ANKARA
Tel
0 312 419 49 38
Faks
0 312 419 49 39
Web
www.ilesam.org.tr
E-Posta
ilesam@ilesam.org.tr
Adınız Soyadınız
Girilecek rakam : 601646
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.