İLESAM CUMARTESİ SOHBETLERİ ve ŞİİR DİNLETİSİ (23 Ocak 2016) “Türkçe Bilinci” İLESAM Kültür Evinde 23 Ocak 2016 tarihinde gelenekselleşmiş Cumartesi toplantılarından biri daha gerçekleştirildi. Türkçe konuşmaktan, yazmaktan ve okumaktan büyük keyif aldığını söyleyen İLESAM Genel Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız “Türkçe konuşurken nefes alır gibi bir ruh hali içerisindeyim. Onun çağrışımlarını hissetmek ve kâğıda dökebilmek muhteşem bir duygu hali. Her insanın mensup olduğu ülkenin dilini konuşurken zevk alması gerekir. Dilimizi iyi öğrenmeli, doğru kullanmalı, doğru öğretmeliyiz. Yazarım/şairim diyen insanların bile yazım yanlışları yaptığını üzülerek görüyoruz. Bu konuda daha dikkatli olmak lazım. Belki Meclis’in ‘dil suçları’na yönelik bir kanun çıkarması gerek. Belki yabancı kelimelerle donatılmış tabelaların kanuna bağlanmasına ihtiyaç var. Belki bu konu, sosyal sorumluluk projelerinde yer almalı. Türkçe bilincinin kavranabilmesi için insanların dil kurslarına gitmeleri de bir yol olabilir belki. Tabii bunlar münferit olan şeyler. Yanılmıyorsam Türk Dil Kurumu’nun bu konuda çalışmaları oldu. Kendi adıma Türkçe olmasaydı kalbimden dünyaya nasıl açılabilecektim, diyebilirim.” şeklindeki duygu ve düşüncelerini katılımcılarla paylaştı. Parmaksız, sözlerine nokta koyduğunda konuşmasını yapmak üzere Prof. Dr. Ertuğrul Yaman’ı kürsüye davet etti. Prof. Dr. Ertuğrul Yaman dilin bireysel olarak gelişimimizi sağlayan en önemli unsurlardan biri olduğuna vurgu yaparak dilin sadece iletişim aracı olmadığını söyledi. “Türkçe Bilinci” konusunda çeşitli örnekler vererek konuşmasını zenginleştiren Yaman, dilimizin öğrenilmesi ve öğretilmesi hususuna dikkat çekti. Prof. Dr. Ertuğrul Yaman’a söyleşi konusu ile ilgili notlarını bizimle paylaştığı için teşekkür ediyor ve notlarını sizlere aktarıyoruz: TARİHSEL SÜREÇTE TÜRKÇE BİLİNCİ “Türk dili, tarihi dönemler itibariyle, çok geniş sahalara yayılmış köklü bir dildir. Türkler nereye gitmişlerse, dillerini de oraya götürmüşler ve şartlara göre, dillerine yaygınlık kazandırmışlardır. Dolayısıyla Türkçenin tarihî yayılma alanları günümüzdekinden çok daha geniştir. Günümüzde ise, Türkçe, Balkanlardan Çin’e kadar uzanan geniş alanda, farklı yoğunluklarda, lehçeler ve ağızlar hâlinde kullanılmaktadır. Meşhur Macar âlimi H. Wambery’nin de belirttiği gibi, Türkçe bilen bir kimse Türkçe konuşa konuşa rahatlıkla Balkanlardan Çin’e kadar seyahat edebilir. Söz konusu alanda yaşayan Türkler, farklı devletler içinde, farklı konuşma biçimlerini geliştirmiş olsalar bile, hepsi de Türkçe konuşurlar. Bu bakımdan “Balkanlardan Çin’e kadar” ibaresi dilimiz için hâlen geçerlidir. Bu kadar geniş bir coğrafyaya yayılmış ve çok sayıda kola ayrılmış olan Türk dilini, ne kadar insanın konuştuğu meselesine gelince, bu hususta tam bir sayı vermek zordur. Çünkü adı geçen bölgelerde yaşayan Türklerin bir kısmı bağımsız cumhuriyet, bir kısmı özerk cumhuriyet şeklinde yaşarken bazıları da diğer devletlerin ahalisi olarak hayatlarını sürdürmektedirler. Bundan dolayı kesin ve yeni rakamlar elde etmek bir hayli müşküldür. Ancak, tahminî olarak bugün dünya üzerinde yaşayan Türklerin toplam sayısının 200 milyonun üzerinde olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Bu rakamı 250 hatta 300 milyona kadar çıkaranlar da vardır. Ortalama bir söyleyişle, günümüzde 250 milyon civarında insan Türkçe konuşmaktadır, denebilir. Bu hâliyle dilimiz dünyanın en çok konuşulan dilleri sıralamasında rahatlıkla ilk beşe girmektedir. O hâlde “Türkçe” denildiğinde, bütün Türklerin kullandığı genel Türk dilinin anlaşılması gerekir. Genellikle, pratik olarak Türkiye’de konuşulan dil için “Türkçe” terimi kullanılmaktadır. Türkiye Türklerinin konuştuğu dilin adı Türkiye Türkçesidir ve genel anlamdaki Türk dilinin bir lehçesi yani, bir koludur. Tarihsel Süreçte Türkçe Bilinci Türk dilinin birliği meselesini 8. yüzyıldaki Göktürk Bengü Taşları’na kadar indirmek mümkündür. Daha bu âbidelerde Türklerin kendi adlarını bırakıp Çince adlar almaya başladıklarından şikâyet edilmektedir: “Türk begler Türk atın ıtı. Tabgaçgı begler Tabgaç atın tutupan Tabgaç Kaganka körmiş” (Türk beyleri, Türk adını bıraktı. Çin’de bulunan Türk beyleri Çin adını alarak Çin Kağanı’na tâbi oldular). 1069 yılında Balasagunlu Yusuf (Yusuf Hâs Hacib) tarafından tamamlanıp zamanın Karahanlı hükümdarı Tavgaç Buğra Karahakan'a takdim edilen bu eser 6645 beyitlik bir manzumedir. Balasagunlu Yusuf, eserinde çok büyük oranda Türkçe sözcük ve kavramlar kullanarak Türkçe konusunda ne kadar bilinçli olduğunu göstermiştir. Dilimiz konusundaki ilk şuurlu çalışma, hiç şüphesiz, Kâşgarlı Mahmut’un meşhur sözlüğü Divânü Lûgâtit-Türk’tür. Kâşgarlı Mahmut, 11. yüzyılda yaşamış büyük bir Türk bilgesidir. Türk illerinin büyük bir kısmını gezmiş, onların dilleri, edebiyatları ve hayat tarzlarına dair pek çok malzeme toplamıştır. Kâşgarlı Mahmut, Türklük biliminin kurucusu ve büyük bir Türkologdur. Bu eserde Türk dili ilk defa bilinçli bir şekilde ele alınmıştır. Araplara Türkçe öğretmeyi düşünecek kadar ileri görüşlü ve bilinçli bir insanın elinden çıkan bu eserde dilimiz, ayrıntılı bir şekilde anlatılmış ve öneminden bahsedilmiştir. Eserin diğer bir yönü de “Türk” sözünün madde başı yapılarak açıklamaların verilmesidir. Kâşgarlı “Bize ad olarak Türk adını Ulu Tanrı vermiştir” diyerek milletimizin adını yüceltmiştir. Ayrıca Türk milletiyle ilgili iki de hadis kaydetmiştir. Türklerin soylarına dair şu bilgileri de ekler: “Türkler aslında yirmi boydur. Boyların hepsi, Tanrı kutsal kılası, Peygamber Nuh’un oğlu “Yafes”, “Yafes”in oğlu “Türk”e kadar ulaşır...” diye sözünü devam ettirir. Türkler, Anadolu’ya girmelerinden sonra, bir süre, burada hazır buldukları Arapça ve Farsçayı kullanmışlardır. Bu durum ise, devletle milletin birbirlerine anlayamaması gibi bir sonuca götürmüştür. Bu olumsuz gidişi yerinde tespit eden Karamanoğlu Mehmet Bey 1277’de şu meşhur fermanını yayınlamıştır :“Bu günden sonra, divânda, bârgâhta, mecliste, meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır.” Dilimize önem verilmemesinden yakınan Âşık Paşa ise, bu duygularını şöyle dile getirmiştir: “Türk diline kimsene bakmaz idi Türklere hergiz gönül akmaz idi Türk dahi bilmez idi ol dilleri İnce yolı ol ulu menzilleri” Türkçenin Farsçadan aşağı kalmadığı gibi, kendine has pek çok güzelliği ve inceliği bulunduğunu örneklerle ortaya koyan Ali Şîr Nevâyî de Türkçemizin birliği ve zenginliğini konusundaki önemli kilometre taşlarından birisidir. Ali Şîr Nevâyî, ana dilini (Türkçeyi), yolu dikenler ve taşlarla dolu denizin dibindeki incilere benzetir. Ali Şîr Nevâyî, dilin millet hayatındaki rolünü çok iyi kavramış ve bu yönde eserler vermiş, ileri görüşlü bir düşünce adamıdır. Mantıku’t-Tayr adlı eserinde geçen bir beytinde Türkçe yazmak suretiyle Türk milletini yekvücut hâline getirdiğini şöyle dile getirir: “Türk nazmıda çü men tartıb alem, Eyledim bu memleketni yekkalem”. Kronolojik olarak baktığımızda, dilimizin sadeliğini ve gelişmesini savunan diğer bir hareket de “Türkî-i basit” akımıdır. Aydınlı Visalî, Tatavlalı Mahremî ve Edirneli Nazmî 15-16. yüzyılda Türkçeleşme yönünde epeyce gayret etmişlerse de pek başarılı olamamışlardır. Türk dili birliği konusunda en şuurlu ve başarılı hareket, hiç şüphesiz, İsmail Gaspıralı’ya aittir. Gaspıralı, Türk dünyasının “dilde, işte, fikirde birlik” şiarıyla bütünleşebileceğini savunmuş ve bu yolda özellikle ortak dili ön plânda tutmuştur. Türk dil birliğinin sağlanmasında önemli isimlerden birisi de Azerbaycanlı âlim Mirza Fethali Ahundzade’dir. Ahundzade, 1857’den başlayarak özellikle alfabede konusunda birliğe götürecek çalışmalar yapmıştır. Yine, Azerbaycan’dan Hüseyinzade Ali Bey ve Hüseyin Cavid’in bu yönde önemli katkıları olmuştur. Osmanlı Türkçesi gibi ağır bir dönemden sonra, dilde millîleşme ve sadeleşme ile Türkiye Türkçesinin temellerinin atılmasında Ömer Seyfeddin ve Ziya Gökalp’in önemli katkıları olmuştur. Ömer Seyfeddin ve arkadaşlarınca Selanik’te çıkarılmaya başlanan Genç Kalemler dergisinde ortaya konan Yeni Lisan Hareketi dilimiz açısından önemli kilometre taşlarından birisidir. Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları adlı eserindeki Dilde Türkçülük bölümündeki 11 maddelik ilkeler de bu açıdan önem taşımaktadır. Cumhuriyet sonrasında Türkiye’de dil meselelerine dikkatleri çeken diğer önemli bir isim de Sadri Maksudî Arsal’dır. Sadri Maksudi, “Türk Dili İçin” adlı eserini 1930 yılında yayımlar ve dille ilgili görüşlerini ortaya koyar. Aslen Kazanlı bir Türk olan Sadri Maksudî, hem İdil-Ural Türklüğünü hem Türkistan Türklüğünü hem de Türkiye Türklüğünü yakından tanımaktaydı. Bu sebeple bütün Türk dünyasının aslında tek bir Türk dilini kullandığını ortaya koymuş ve Türk edebî dilinin oluşturulmasını istemiştir. Düşünceleriyle Atatürk üzerinde de etkili olan Sadri Maksudî, Türkiye’de düşünce olarak dil birliğinin temellerini atanlardan birisidir. Türk dil birliğinin önemli basamaklarından birisi de 1926’te başlayıp 1940’a kadar devam eden Lâtin alfabesi dönemidir. 1920’li yıllarda eski Sovyet Birliği’ndeki Türk boylarından bazılarının kademeli olarak Lâtin alfabesine geçmeleri, kendi aralarında yazı ve dil birliği oluşturulması amacına yönelikti. Bu karar 1926’da Bakü’de toplanan 1. Türkologiya Kongresi’nde alınmıştı. Hatta bu kongrede bütün Türklerin Lâtin alfabesini kullanmalarının doğru olacağını söyleyen meşhur Türkolog Aleksandr N. Samoyloviç bu yüzden Stalin tarafından 1936’da Sibirya’ya sürülmüştür. Atatürk, 1928’te Türkiye’de Lâtin harflerine geçerken biraz da Türk dünyası arasında yazı birliği amacını güdüyordu. 1928’de Türkiye’de Lâtin harfli Türk alfabesi kabul edildiğinde diğer bazı Türk boyları da Lâtin alfabesini kullanmaktaydı. Türkiye’nin Lâtin alfabesini kabul etmesinin bir sebebi de uzakta kaldığımız kardeşlerimizle aramızdaki perdeyi kaldırmak ve bütün Türklerin birbirini kolayca okumalarını sağlamaktı. Ancak, ne yazık ki daha 1920’li yıllarda, aslen Papaz olan İlminski’nin fikirleri doğrultusunda eski Sovyetler Birliği içindeki Türkler ve diğer milletler birbirlerini anlamayacak şekilde düzenlenmiş alfabelerle yazmaya mecbur edildiler. Böylece aramıza demirden bir perde konulmuş oldu. Bundan sonrası ise, sizin belirttiğiniz gibi, çeşitli yollarla Rusça iyi bir hayat sürmenin tek yolu hâline getirilmiş. Dil vasıtasıyla yapılan bu yıldırma hareketi ne yazık ki bazı kişiler üzerinde etkili olmuş, bu değişiklik bazılarının hayat tarzına ve düşünce mekanizmasına işlemiştir. Eski Sovyetler Birliği’ndeki Türk boylarının Lâtin alfabesini kullandıkları dönem pek uzun sürmemiştir. Sosyalist rejimin geleceği için tehlikeli görülen ve Türk dünyasında yakınlaşmayı hızlandıran bu süreç 1940’lı yılların hemen başlarında durdurulmuştur. Sovyet sisteminin baskıları yüzünden dil ve yazı birliği meselesi, uzun yılar gündeme gelememiştir. Ancak, 1980’li yıllarda ana dili meselesi tekrar Türk dünyasında ele alınmaya başlanmıştır. Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra yazı ve dil birliği konusunda atılmış en somut adım, kanaatimizce, 1992 yılında İstanbul’da Marmara Üniversitesince düzenlenen “Alfabe Sempozyumu’dur. Burada kabul edilen 35 harfli ortak alfabe artık pek çok Türk devlet ve topluluğunda uygulamaya konmuştur. Bu 35 harfli çerçeve alfabeyi, değişik topluluklar kendi lehçelerini özelliklerine göre düzenlemişlerdir. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yanında Azerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan gibi Türk devletleri ile Gagavuzlar, Kırım Tatarları gibi Türk toplulukları Lâtin alfabesine belli oranlarda geçmişlerdir. Hatta bazılarında hem okullarda öğretilmekte hem de basın yayında kullanılmaktadır. Henüz Lâtin alfabesine geçmemiş olan Türk devlet ve topluluklarında ise bu yönde gayretler sürmektedir. Türk devletlerinin kendi dillerinin devlet dili olarak kabul edilmesi, bağımsızlıkların kazanılması yolunda atılmış en önemli adımlardır. Kanaatimizce bugün için Türk Dünyasının en önemli meselesi, “ortak iletişim dili”dir. Bunun gerçekleşmesi şart, fakat zamanı, zemini ve şekli konusunda şimdiden bir şey söylemek zordur. Öncelikle karşılıklı olarak lehçeler öğrenilmelidir. Zaman içinde ortak Türkçe kendiliğinden oluşacaktır. Bunun için yapay zorlamalar yerine karşılıklı ilişkilerin güçlendirilmesi, edebî eser değişimin hızlandırılması, sanatsal faaliyetlere ağırlık verilmesi gibi destekleyici unsurlardan yararlanılabilir. Dünyada dilini kaybettiği için bağımsızlığını kaybeden pek çok millet vardır. Avrupa’da ‘sömürgecilik’ konusunda uzman olanlar, sömürgecilik için kendi ana dillerini kabul ettirmeyi birinci sıraya koymuşlardır. Sömürgeci devletler, dilin her işin anahtarı olduğunu çok iyi biliyorlardı. Bu hususta Napolyon’un “Kelimelerin girebildiği yerde silah patlamaya lüzum yoktur.” şeklinde meşhur bir sözü vardır. Son yıllarda ise “Ortak Türkçe, Ortak dil” meselesi daha çok konuşulmayı başlanmıştır. Azerbaycan’da bu yönde çalışalar hızlanmıştır. Özellikle Agamusa Ahundov ve Nizamî Hudiyev’in bilimsel çalışmaları dikkate değerdir. Bu yöndeki çalışmaların belki de en önemlisi Özbekistan’da yapılmıştır. Öte yandan ortak bir iletişim dili olarak Türkçe’nin kullanılması yönünde Türkiye, Azerbaycan, Özbekistan vb. ülkelerde çalışmalar sürdürülmektedir. Bu konuda Özbekistan’da “Orta Türk Tilini Yaratış Muammaları” (Ortak Türkçeyi Oluşturma Meseleleri) adlı bir sempozyum düzenlenmiştir. 23-25 Haziran 1993 tarihleri arasında Taşkent’teki Özbekistan Medeniyet Camgarması (Özbekistan Kültür Vakfı) tarafından gerçekleştirilen sempozyumu Doç.Dr. Bahtiyar Kerimov, Memedali Mahmudov (Evril Turan) ile Türk Medeniyet Merkezi’nin başkanı Ömer Salman desteklemişlerdir. Sempozyuma Özbekistanlı bilim adamlarının yanı sıra, Kazak, Kırgız, Gagavuz, Azerbaycan ve Türkiyeli bilim adamları da katılmış ve ortak dille ilgili görüşlerini belirtmişlerdir. Sempozyumda bildiri sunan Özbekistanlı akademik Prof. Dr. K. H. Hanazarov’un soyadlardaki Rusça “ov, ova, ovna, yev, yeva” eklerinin atılmasını ve en önemlisi Özbekistan’ın adının “Türkistan” şeklinde değiştirilmesini teklif etmiştir. Bu verimli sempozyumun tebliğ özetleri kitap hâlinde yayımlanmıştır. “Ortatürk Tilini Yaratiş Muammaları” (Özbekistan Kültür Vakfı. Bahtiyar Kerimov, Şaahmet Mutalov, Ertuğrul Yaman, Taşkent 1993). “Orta Türk Tili” adını taşıyan kitapçık tarafımızdan Türkiye Türkçesine aktarılarak yayımlanmıştır. Ortak Türkçe konusunda bilinçli ve bilimsel çalışmalar yürüten Özbekistanlı bilim adamı Doç. Dr. Bahtiyar Kerimov, bu konudaki görüşlerini kitapçık hâline getirmiştir. Kerimov’un bu konuyla ilgili çalışmalarını ve görüşlerini önemli bulduğumuz için kitapçığından bazı alıntılar yapacağız: “Bugünlerde, eski Sovyetler Birliği içindeki cumhuriyetlerin önemli bir kısmını oluşturan Türkler, belli oranda yakınlaşma gayreti içindeler. Bu hareket, Orta Asya Cumhuriyetleri, Kazakistan ve Azerbaycan’da özellikle sezilecek derecede yakınlaşma, ekonomilerini birbirine göre düzenleme, tek bir ekonomik fon kurma, tek bir haberleşme ağını oluşturma şeklinde kendini göstermektedir... Ortak ekonomik birlik ve iletişim ağı, ortak bir dil olmasını gerektirir... Yüzyıllardır Türk dili tek bir kol hâlinde devam edegelmiştir. Tek bir dil olan Türkçe, ortaçağda ağızlara bölünmüş olsa da ancak yirminci yüzyılda bağımsız diller derecesindeki farklılıklar meydana gelmiştir. Bu bölünme cereyanında yirminci asrın ilk çeyreğinde canlanan Türk dünyasının birlik hareketi, Stalinist baskılar sonucunda darmadağın edilmiştir. Tek bir dil oluşturma yönündeki gayretler durdurulmuştur... Türk boyları kendi aralarında yakınlaşmaya çaba göstermeleri sonucunda bir alfabeye geçseler iyi olurdu, (ancak) eğer birkaç alfabe kullanılsa, ortak Türkçe aynı zamanda bu birkaç alfabe ile de oluşturulabilir. Muhakkak ki ikinci durumda daha çok ekonomik harcamalar gerekir; ancak, bu, Türk boylarının kendi kaderlerini kendilerinin belirlemelerini sağlar, kendi istekleri ile birbirlerine yakınlaşmalarına hizmet eder... İşe başlamak için Ortak Türkçe’yi oluşturmak üzere, uluslararası bir araştırma enstitüsünü (merkezini) kurmak amacımıza uygun düşer. Ortak Türkçe günümüzdeki ve geçmişteki Türkçenin kollarının hepsine yakın olacaktır. Bu dil, Türk boyları için kardeşçe ancak tarafsız, hiçbir Türk boyuna ayrıcalıklar vermeyecek uluslararası bir konuşma dili olmalıdır. Aynı şekilde o, bütün Türk dünyası için önemli olan fen -teknik alanlarındaki değişim, edebî ve diğer kültürel değerlerin değişim dili seviyesine sahip olmalıdır. Her bir Türk boyunun temsilcileri kendi ana dilini bilmek ve onu kendi yurdunda kullanmakla beraber ilâve olarak kardeş ve yakın ortak Türkçeyi zorlanmadan çabuk ve kolayca öğrenecektir. Gelecekte Ortak Türkçe her bir Türk lehçesini, dünyanın büyük dillerinin etkisi ile kendi özelliklerini kaybetmesinden koruyacaktır. Bütün Türk lehçelerinin zenginliğinden faydalanan Ortak Türkçe, her yönü ile gelişmiş olan dünya dilleri ile boy ölçüşebilen gelişmiş bir dil olarak Türk dünyasının daha da yükselmesinde yardımcı olacaktır... Günümüzde yeniden şekillenmekte olan Türk boylarının sadece kendi özgür iradeleriyle, zorlanmadan, her geçen gün yakınlaşması mümkündür. Çünkü bizim Ortak Türkçemizi, kültürümüzü, maneviyatımızı, dünyamızı geliştirmek gibi birçok temel maksadımız ve parlak bir geleceğimiz vardır.” Türkiye’de 1990’lı yılların başlarından itibaren “ortak Türkçe” konusunda bilim adamlarının görüşlerini ortaya koydukları gözlenmektedir. Türkoloji alanındaki derin araştırmalarıyla tanınan Prof. Dr. Zeynep Korkmaz bu konudaki önerilerini şöyle dile getiriyor: “1. Ortak bir alfabe hazırlayarak ortak bir konuşma ve zengin bir kültür dili oluşturmak. 2. Türk kültürünü ve lehçelerini araştırmak. 3. Bu amaçla Türk kültür merkezleri ve Türkçe öğretim merkezleri açmak. 4. Türkiye’deki üniversitelerin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümlerini yeniden düzenlemek. 5. TRT aracılığıyla Türkiye Türklerinin ortak kültür değerlerini tanıtmak. 6. Türkiye dışındaki Türklerin ortak kültür değerlerini tanıtmak. 7. Türk dünyası ile ilgili dil ve tarih çalışmaları yapmak. 8. Türk dünyasıyla ilgili seminer, panel vb. toplantılar düzenlemek 9. Türk dünyasıyla ilgili olarak kitap, dergi, broşür, kaset, film vb. hazırlamak, basmak ve yayımlamak. 10. Türk dünyasıyla ilgili elemanlar yetiştirmek. 11. Başbakanlık bünyesinde yetkili ve bilimsel bir kurul oluşturmak. 12. Ortak kültür bilincini oluşturmak...” Türkiye’de Türk dünyası konusunda büyük bir ufuk açan Prof. Dr. Ahmet B. Ercilasun Türk dünyasının birliği konusunda görüşlerini şu şekilde ortaya koymuştur:”1. Alfabe birliğini sağlamak. 2. Bu konuda yayınlar yapmak. 3. Ortaklaşmaya ve öğrenmeye gayret etmek. 4. Türk Dünyası Araştırma Enstitüleri kurmak.” Ercilasun, bu konudaki diğer yazılarında da son derece önemli gördüğümüz şu temel ilkeleri belirtir: “Ortak bir yazı dili bütün Türk boylarının hür iradeleriyle verecekleri ortak bir kararla mümkün olacaktır... Bu iş çok uzun yıllar alacak ve kademeli olarak gerçekleşecektir. İlk kademe yazı dillerinden birinin ( muhtemelen Türkiye Türkiye Türkçesinin bir “üst dil” olarak benimsenmesidir... İkinci kademede bu “üst dil”, diğer Türk yazı dillerinden unsurlar alarak zenginleşecek ve daha çok ortak hâle gelecektir. Kanaatime göre, bilhassa büyük gruplara ait mevcut Türk yazı dilleri ise birer “alt dil” olarak uzun süre devam edecektir. Ancak bütün bunların “serbest bir ortama”a ve “millî şuur”a bağlı olduğunu tekrar hatırlatmakta fayda vardır...” Ortak iletişim dili konusunda bir hayli temkinli davranan Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali, bu konudaki düşüncelerini şu şekilde özetlemek mümkündür: “ Ortak dil en azından bugün için fantezidir. Esas olan iletişim dilidir. Basit sohbetler herkesin kendi lehçesinde olabilir.“ Ankara Üniversitesi’nde konuk öğretim üyesi olarak çalışan Kırgız Türklerinden Razak Saydilkanov, ortak dille ilgili görüşlerini özetle şöyle belirtiyor: ” Ortak dil bir ütopyadır. Türk dünyası için Türkiye Türkçesi bir iş dili olabilir.” Prof. Dr. Sema Barutçu, Türk dünyasındaki bir birliği Türk dil birliğini de kapsayacak geniş bir bakış açısıyla ele aldığı bu konudaki önerilerini şöylece özetleyebiliriz: “1. Her şeyden önce dilde birlik sağlanmalıdır. 2. Alfabe birliğine gidilmelidir. 3. İmlâda birlik sağlanmalıdır. 4. Türk dünyasında terim birliği oluşturulmalıdır. 5. Yabancı kelimeler atılmalıdır. 6. Türkçenin söz varlığını ortaya çıkaracak Büyük Türkçe Sözlük hazırlanmalıdır. 7. Ortak şekil ve ses birlikleri tespit edilmelidir. 8. Eğitim ve öğretim birliğine gidilmelidir. “ Bütün bunların dışında Türk dil birliği konusunda görüşlerini beyan eden Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu ve Yard. Doç. Dr. Bilgehan Atsız Gökdağ’ın önerileri de dikkate değerdir. Ortak Türkçenin Ölçütleri ve Ortaya Çıkabilecek Sonuçlar Dünyanın en eski ve en çok konuşulan dillerinden birisi olan Türkçe, ne yazık ki, bugüne kadar hak ettiği diğer diller arasındaki yeri alamamıştır. Hemen her dönemde bir başka yabancı dilin tesiri altında kalmış, kendi gerçek gücünü yeterince gösterememiştir. Bugün ise, yepyeni ve taptaze bir imkânlar dünyasıyla karşı karşıya kalınmıştır. Ancak, nadiren karşımıza çıkabilecek böylesi bir fırsatı çok iyi değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Ortaya çıkan yeni şartlar, âdeta Dünya Türklüğünü “dilde, fikirde, işte” ve daha pek çok sahada birlik olmaya zorlamaktadır. Bu birliğin temel şartı ise, birbirinizi her yönüyle anlayabilmektir. O sebeple bütün Türklerin aynı dille anlaşabilmeleri (elbette ki Türkçeyle) şarttır. Bu düşünceden hareketle “Ortak Türkçe, ortak bir iletişim dili” artık bir zarurettir. Ortaya çıkan şartlar bu düşünceyi gerçekleştirmeye zorlamaktadır. Aynı kökten çıkmalarına rağmen, yapay olarak birbirinden uzaklaştırılan Türk lehçelerini her birine “dil” adı verilmiş ve mümkün olduğunca ayrı alfabelerde yazdırılmaya çalışmıştır. Açıklığa kavuşturulması gereken hususların başında da “Ortak Türkçe” terimi gelmektedir. Bu terimden neyi anlamak gerekir? Ortak bir anlaşma aracını ifade etmek üzere, bilim adamlarınca “ortak Türkçe, ortak dil, ortak alfabe, ortak yazı, alfabe birliği, dil birliği, yazı dili, edebî dil, konuşma dili, iş dili, iletişim dili” gibi çok sayıda farklı terim kullanılmaktadır. Kanaatimizce, düşünülen ve arzu edilen ortak anlaşma dili için en uygun terim iletişim dili terimidir. Bizce, bu terim dar ve geniş anlamlarıyla iki ayrı düşünceyi ifade etmektedir. Dar anlamıyla belirli şartlar dairesinde, özel çalışmalar sonucunda oluşabilecek ortak iletişim dili; geniş anlamıyla ise, Türk lehçelerinin zaman içinde tamamen kendi doğal gelişimi sonucunda tek bir şekle dönüşmesidir. Ortak iletişim dili nasıl oluşturulacaktır? Bina kurar gibi malzemeyi ele alıp yeni bir dil elbette oluşturulamaz. Çünkü böyle bir çalışma ancak yeni bir “esperanto” olabilir. Doğal olarak bu çalışmaların temelinde öncelikli bir şekilde bilimsel araştırmalar yer alacaktır. Lehçeler arasında yapılacak karşılaştırmalı sözlük, gramer ve benzeri çalışmalar “Ortak iletişim dili” için zemin olmalıdır. “Ortak iletişim dili” gerçekleştirildikten sonra, zaman içinde ortak Türkçe zaten kendiliğinden oluşacaktır. Ortak iletişim dili için belirli kalıplardan kaçınmak gerekir. Böyle bir ortaklığın şöyle veya böyle oluşacağını söylemek kehanet olmasa gerektir. Ne var ki bunun “nerede, ne zaman ve nasıl” gerçekleşeceğini bildirmek ve ya bu konuda kendimizi şartlandırmak doğru değildir. Ortak iletişim dilinin oluşturulabilmesi için lehçe fanatikliğine de düşmemek gerekir. Bütün lehçelerin aynı kökten çıktığı gerçeğinden hareketle tekrar birliğe gitme yönünde gayret gösterilmelidir. Lehçeler arasındaki yersiz tartışmalara meydan verilmemelidir. Ortak iletişim dili elbette ki bugünkü lehçelerden yalnızca birisinin üstüne bina edilemez. Dolayısıyla birtakım ortaklıkları yakalayabilmek için biraz daha eski dönemlere gidilebilir. Mevcut lehçelerdeki ortaklıklar, gün ışığına çıkarılmalı, farklılıklar ise düzene sokulmalıdır. Ortak iletişim dili oluşturulduğunda ne gibi faydalar sağlayabilir? Bunları aşağıdaki gibi maddeleştirmek mümkündür: 1.Her şeyden önce bütün Dünya Türklüğü birbirini rahatlıkla anlayabilecektir. Bu ise, her yönüyle birleşmenin kestirme yoludur. Bu Ortak Türkçeyle müşterek radyo, televizyon yayınları ve her türlü kitap, gazete, dergi yayımı rahatlıkla gerçekleştirilecektir. Dilin sağlayacağı imkânlarla birleşen Türk Dünyası yeryüzündeki gerçek yerine alacak, tekrar eski şanına kavuşabilecektir. 4- Önceki maddelerle bağlantılı olarak Türkçe Birleşmiş Milletler Teşkilatı, AGİK gibi milletlerarası teşkilatlarda konuşma dili olarak kabul edilecektir. Diğer çok önemli bir faydası da Ortak iletişim dili yoluyla Türk Birliği kültürel plânda daha kısa sürede sağlanabilecektir. Dil ve Yazı Birliğiyle İlgili Önerilerimiz Dil ve yazı her türlü ilişkinin, işbirliğinin anahtarı olduğu için, öncelikle, bu konunun önemi başta Türk kamuoyu olmak üzere bütün Türk dünyasına anlatılmalıdır. Kamuoyunu bilinçlendirmeye paralel olarak Türk dünyasında sanat ilişkilerinin mutlaka güçlendirilmesi gerekir. Sinema, tiyatro, edebiyat, halk oyunları, sergiler vb. sanat faaliyetleri kitlelerin kaynaşması ve ortak dilin oluşturulması için gerekli zemini hazırlayacaktır. Biz, özellikle bu maddeye işlerlik kazandırılmasını zarurî görmekteyiz. Halka yönelik faaliyetler yanında, özellikle eski Sovyetlerden ayrılmış olan Türk devlet ve toplulukları dikkate alınarak devlet adamları arasında daha sıkı ve sıcak ilişkiler kurulmasının yolları aranmalıdır. Söz konusu sistemlerde devlet başkanları, kamuoyu üzerinde son derece etkilidir. Dil ve yazı birliği için bu hususun dikkate alınması şarttır. Türkiye’de Türk Dünyasıyla ilgili çalışmalar ne pahasına olursa olsun, ihmal edilmeden sürdürülmelidir. Çünkü bu konu, Türkiye’nin geleceğiyle yakından ilgilidir. Türk dünyasında dil birliğinin sağlanmasında, kanaatimizce en büyük engel, farklı alfabelerdir. Bu bakımdan alfabe ile ilgili çalışmaların tekrar gözden geçirilmesinde yarar vardır. Dil ve yazı birliğinin sağlanmasında en büyük görev Türkiye’ye düşmektedir. Türkiye’nin kendi içinde bu alanda çalışan kurumlarla işbirliği yaparak bütün Türk dünyasına yönelik hedefler ortaya koymalıdır. Bu hedeflere ulaşabilmek için, diğer Türk devlet ve topluluklarla istişare edilen projelerin hazırlanması ve tartışıldıktan sonra uygulamaya konması gerekir. Türkiye dışında dil ve yazı birliği için çalışan kurum ve kişilere mutlaka destek olunmalıdır. Dipnotlarda gösterdiğimiz Azerbaycan ve Özbekistan’daki çalışmaların Türkiye tarafından değerlendirilmesi faydalı olacaktır. Ortak iletişim dilinin oluşması ya da oluşturulması için Türkiye’de mutlaka özel bir komisyona ihtiyaç vardır. Türk dünyasıyla ilgili bilim adamlarından teşekkül edecek bu komisyonun mevcut çalışmaları dikkate alıp yeni projeler üretmesi istenmelidir. Ortak dil (Ortak Türkçe), elbette ki Esperanto gibi yapma bir dil olmayacaktır. Bütün Türkler, bir yandan kendi lehçelerini kullanmaya devam ederken öte yandan ortak ilişki ve işbirliğinin artması sonucu, kendiliğinden bir ortak dil oluşacaktır. Bunun için uzun zamana ihtiyaç vardır. Daha kısa vadeli ve yalnızca aydın tabaya yönelik olmak üzere çok işlenmiş lehçelerin ortak öğelerinden oluşan lehçeler üstü bir anlaşma dili de 7. maddede teklif edilen komisyonca uyarlanabilir. Bu dil geçici olacaktır ve asla yapay unsurlara dayanmayacaktır. Yalnızca mevcutların birleştirilmesinden ibaret olacaktır. Bu maddeleri çok daha uzatmak mümkündür. Ne var ki bu işlemler basamak basamak yürümelidir. Bu anlamda diğer bir önemli girişim de farklı lehçeler hâlinde konuşulsa da Türkçenin uluslararası kuruluşlarda resmî dil olması için ortak hareket etmenin yolları aranmalıdır. (KAYNAK: Yaman, Ertuğrul Türkçe Bilinci, Akçağ Yayınları, Ankara 2015)” Konuyla ilgili kendisine yöneltilen soruları da cevaplayan Prof. Dr. Ertuğrul Yaman’a katılımlarından dolayı İLESAM Genel Başkan Yardımcısı İlter Yeşilay tarafından bir “Teşekkür Belgesi” takdim edildi. Etkinliğin ikinci yarısını oluşturan Şiir Dinletisi İLESAM Üyelerinden Rıfat Çakır tarafından sunuldu. Hanefi Işık, Bekir Aksoy, Bekir Yegnidemir, Seyfettin Çoban, Durak Turan Düz, Şahin Duman, Bedir Yetişkin, Orhan Vergili, Sevinç Doğancan Güven, Mahir Ünat, Sibel Unur Özdemir, Mehmet Sevinç, Nurettin Gür Ozanoğlu, Tülin Hatun Şenel, Hüseyin Ağca, Erdoğan Pamuk, İbrahim Yaman, Veli Zor, İlter Yeşilay, Mehmet Yaman, Cahit Karaç, Tuncer Ulusoy, Veli Uçmaz, Asım Emer, Fatma Kalkan, Mahmut Demiryürek, Nevzat Taşkıran, Hayrettin Gültekin, Rıfat Çakır ve Sadık Kılıç etkinliğe katılan isimler arasındaydılar. Edebiyatın, sanatın, kültürün ve aktüel konuların konuşulduğu, şiirlerin okunduğu etkinliklerine devam eden Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliğinin çatısı altında güzel bir Cumartesi etkinliği daha yüreklerdeki yeri aldı. Ankara’nın karakışına karşın yürekleri şiirlerle, sazla, sözle, söyleşiyle ısıtan bu güzel Cumartesi günü de gönüllerde taht kurdu. İLESAM Şiir Dinletilerimize şiire, sanata ve kültüre gönül veren herkesi- üyemiz olsun veya olmasın-bekliyoruz. Unutmayın! HABER METNİ ve FOTOĞRAFLAR: Sibel Unur Özdemir TÜRKİYE İLİM ve EDEBİYAT ESERİ SAHİPLERİ MESLEK BİRLİĞİ İLESAM GENEL MERKEZİ Adres : İzmir 1.Cad. No: 33/16 Aydın Apartmanı, Kat:4 Kızılay / ANKARA Tel : 0 312 419 49 38 Faks : 0 312 419 49 39 Web : www.ilesam.org.tr E-Posta :
İLESAM CUMARTESİ SOHBETLERİ ve ŞİİR DİNLETİSİ
(23 Ocak 2016)
“Türkçe Bilinci”
İLESAM Kültür Evinde 23 Ocak 2016 tarihinde gelenekselleşmiş Cumartesi toplantılarından biri daha gerçekleştirildi.
Türkçe konuşmaktan, yazmaktan ve okumaktan büyük keyif aldığını söyleyen İLESAM Genel Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız “Türkçe konuşurken nefes alır gibi bir ruh hali içerisindeyim. Onun çağrışımlarını hissetmek ve kâğıda dökebilmek muhteşem bir duygu hali. Her insanın mensup olduğu ülkenin dilini konuşurken zevk alması gerekir. Dilimizi iyi öğrenmeli, doğru kullanmalı, doğru öğretmeliyiz. Yazarım/şairim diyen insanların bile yazım yanlışları yaptığını üzülerek görüyoruz. Bu konuda daha dikkatli olmak lazım. Belki Meclis’in ‘dil suçları’na yönelik bir kanun çıkarması gerek. Belki yabancı kelimelerle donatılmış tabelaların kanuna bağlanmasına ihtiyaç var. Belki bu konu, sosyal sorumluluk projelerinde yer almalı. Türkçe bilincinin kavranabilmesi için insanların dil kurslarına gitmeleri de bir yol olabilir belki. Tabii bunlar münferit olan şeyler. Yanılmıyorsam Türk Dil Kurumu’nun bu konuda çalışmaları oldu. Kendi adıma Türkçe olmasaydı kalbimden dünyaya nasıl açılabilecektim, diyebilirim.” şeklindeki duygu ve düşüncelerini katılımcılarla paylaştı.
Parmaksız, sözlerine nokta koyduğunda konuşmasını yapmak üzere Prof. Dr. Ertuğrul Yaman’ı kürsüye davet etti.
Prof. Dr. Ertuğrul Yaman dilin bireysel olarak gelişimimizi sağlayan en önemli unsurlardan biri olduğuna vurgu yaparak dilin sadece iletişim aracı olmadığını söyledi.
“Türkçe Bilinci” konusunda çeşitli örnekler vererek konuşmasını zenginleştiren Yaman, dilimizin öğrenilmesi ve öğretilmesi hususuna dikkat çekti.
Prof. Dr. Ertuğrul Yaman’a söyleşi konusu ile ilgili notlarını bizimle paylaştığı için teşekkür ediyor ve notlarını sizlere aktarıyoruz:
TARİHSEL SÜREÇTE TÜRKÇE BİLİNCİ
“Türk dili, tarihi dönemler itibariyle, çok geniş sahalara yayılmış köklü bir dildir. Türkler nereye gitmişlerse, dillerini de oraya götürmüşler ve şartlara göre, dillerine yaygınlık kazandırmışlardır. Dolayısıyla Türkçenin tarihî yayılma alanları günümüzdekinden çok daha geniştir.
Günümüzde ise, Türkçe, Balkanlardan Çin’e kadar uzanan geniş alanda, farklı yoğunluklarda, lehçeler ve ağızlar hâlinde kullanılmaktadır. Meşhur Macar âlimi H. Wambery’nin de belirttiği gibi, Türkçe bilen bir kimse Türkçe konuşa konuşa rahatlıkla Balkanlardan Çin’e kadar seyahat edebilir. Söz konusu alanda yaşayan Türkler, farklı devletler içinde, farklı konuşma biçimlerini geliştirmiş olsalar bile, hepsi de Türkçe konuşurlar. Bu bakımdan “Balkanlardan Çin’e kadar” ibaresi dilimiz için hâlen geçerlidir.
Bu kadar geniş bir coğrafyaya yayılmış ve çok sayıda kola ayrılmış olan Türk dilini, ne kadar insanın konuştuğu meselesine gelince, bu hususta tam bir sayı vermek zordur. Çünkü adı geçen bölgelerde yaşayan Türklerin bir kısmı bağımsız cumhuriyet, bir kısmı özerk cumhuriyet şeklinde yaşarken bazıları da diğer devletlerin ahalisi olarak hayatlarını sürdürmektedirler.
Bundan dolayı kesin ve yeni rakamlar elde etmek bir hayli müşküldür. Ancak, tahminî olarak bugün dünya üzerinde yaşayan Türklerin toplam sayısının 200 milyonun üzerinde olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Bu rakamı 250 hatta 300 milyona kadar çıkaranlar da vardır. Ortalama bir söyleyişle, günümüzde 250 milyon civarında insan Türkçe konuşmaktadır, denebilir. Bu hâliyle dilimiz dünyanın en çok konuşulan dilleri sıralamasında rahatlıkla ilk beşe girmektedir. O hâlde “Türkçe” denildiğinde, bütün Türklerin kullandığı genel Türk dilinin anlaşılması gerekir. Genellikle, pratik olarak Türkiye’de konuşulan dil için “Türkçe” terimi kullanılmaktadır. Türkiye Türklerinin konuştuğu dilin adı Türkiye Türkçesidir ve genel anlamdaki Türk dilinin bir lehçesi yani, bir koludur.
Tarihsel Süreçte Türkçe Bilinci
Türk dilinin birliği meselesini 8. yüzyıldaki Göktürk Bengü Taşları’na kadar indirmek mümkündür. Daha bu âbidelerde Türklerin kendi adlarını bırakıp Çince adlar almaya başladıklarından şikâyet edilmektedir: “Türk begler Türk atın ıtı. Tabgaçgı begler Tabgaç atın tutupan Tabgaç Kaganka körmiş” (Türk beyleri, Türk adını bıraktı. Çin’de bulunan Türk beyleri Çin adını alarak Çin Kağanı’na tâbi oldular).
1069 yılında Balasagunlu Yusuf (Yusuf Hâs Hacib) tarafından tamamlanıp zamanın Karahanlı hükümdarı Tavgaç Buğra Karahakan'a takdim edilen bu eser 6645 beyitlik bir manzumedir. Balasagunlu Yusuf, eserinde çok büyük oranda Türkçe sözcük ve kavramlar kullanarak Türkçe konusunda ne kadar bilinçli olduğunu göstermiştir.
Dilimiz konusundaki ilk şuurlu çalışma, hiç şüphesiz, Kâşgarlı Mahmut’un meşhur sözlüğü Divânü Lûgâtit-Türk’tür. Kâşgarlı Mahmut, 11. yüzyılda yaşamış büyük bir Türk bilgesidir. Türk illerinin büyük bir kısmını gezmiş, onların dilleri, edebiyatları ve hayat tarzlarına dair pek çok malzeme toplamıştır. Kâşgarlı Mahmut, Türklük biliminin kurucusu ve büyük bir Türkologdur. Bu eserde Türk dili ilk defa bilinçli bir şekilde ele alınmıştır. Araplara Türkçe öğretmeyi düşünecek kadar ileri görüşlü ve bilinçli bir insanın elinden çıkan bu eserde dilimiz, ayrıntılı bir şekilde anlatılmış ve öneminden bahsedilmiştir. Eserin diğer bir yönü de “Türk” sözünün madde başı yapılarak açıklamaların verilmesidir. Kâşgarlı “Bize ad olarak Türk adını Ulu Tanrı vermiştir” diyerek milletimizin adını yüceltmiştir. Ayrıca Türk milletiyle ilgili iki de hadis kaydetmiştir. Türklerin soylarına dair şu bilgileri de ekler: “Türkler aslında yirmi boydur. Boyların hepsi, Tanrı kutsal kılası, Peygamber Nuh’un oğlu “Yafes”, “Yafes”in oğlu “Türk”e kadar ulaşır...” diye sözünü devam ettirir.
Türkler, Anadolu’ya girmelerinden sonra, bir süre, burada hazır buldukları Arapça ve Farsçayı kullanmışlardır. Bu durum ise, devletle milletin birbirlerine anlayamaması gibi bir sonuca götürmüştür. Bu olumsuz gidişi yerinde tespit eden Karamanoğlu Mehmet Bey 1277’de şu meşhur fermanını yayınlamıştır :“Bu günden sonra, divânda, bârgâhta, mecliste, meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır.”
Dilimize önem verilmemesinden yakınan Âşık Paşa ise, bu duygularını şöyle dile getirmiştir:
“Türk diline kimsene bakmaz idi
Türklere hergiz gönül akmaz idi
Türk dahi bilmez idi ol dilleri
İnce yolı ol ulu menzilleri”
Türkçenin Farsçadan aşağı kalmadığı gibi, kendine has pek çok güzelliği ve inceliği bulunduğunu örneklerle ortaya koyan Ali Şîr Nevâyî de Türkçemizin birliği ve zenginliğini konusundaki önemli kilometre taşlarından birisidir. Ali Şîr Nevâyî, ana dilini (Türkçeyi), yolu dikenler ve taşlarla dolu denizin dibindeki incilere benzetir.
Ali Şîr Nevâyî, dilin millet hayatındaki rolünü çok iyi kavramış ve bu yönde eserler vermiş, ileri görüşlü bir düşünce adamıdır. Mantıku’t-Tayr adlı eserinde geçen bir beytinde Türkçe yazmak suretiyle Türk milletini yekvücut hâline getirdiğini şöyle dile getirir:
“Türk nazmıda çü men tartıb alem,
Eyledim bu memleketni yekkalem”.
Kronolojik olarak baktığımızda, dilimizin sadeliğini ve gelişmesini savunan diğer bir hareket de “Türkî-i basit” akımıdır. Aydınlı Visalî, Tatavlalı Mahremî ve Edirneli Nazmî 15-16. yüzyılda Türkçeleşme yönünde epeyce gayret etmişlerse de pek başarılı olamamışlardır.
Türk dili birliği konusunda en şuurlu ve başarılı hareket, hiç şüphesiz, İsmail Gaspıralı’ya aittir. Gaspıralı, Türk dünyasının “dilde, işte, fikirde birlik” şiarıyla bütünleşebileceğini savunmuş ve bu yolda özellikle ortak dili ön plânda tutmuştur.
Türk dil birliğinin sağlanmasında önemli isimlerden birisi de Azerbaycanlı âlim Mirza Fethali Ahundzade’dir. Ahundzade, 1857’den başlayarak özellikle alfabede konusunda birliğe götürecek çalışmalar yapmıştır. Yine, Azerbaycan’dan Hüseyinzade Ali Bey ve Hüseyin Cavid’in bu yönde önemli katkıları olmuştur.
Osmanlı Türkçesi gibi ağır bir dönemden sonra, dilde millîleşme ve sadeleşme ile Türkiye Türkçesinin temellerinin atılmasında Ömer Seyfeddin ve Ziya Gökalp’in önemli katkıları olmuştur. Ömer Seyfeddin ve arkadaşlarınca Selanik’te çıkarılmaya başlanan Genç Kalemler dergisinde ortaya konan Yeni Lisan Hareketi dilimiz açısından önemli kilometre taşlarından birisidir. Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları adlı eserindeki Dilde Türkçülük bölümündeki 11 maddelik ilkeler de bu açıdan önem taşımaktadır.
Cumhuriyet sonrasında Türkiye’de dil meselelerine dikkatleri çeken diğer önemli bir isim de Sadri Maksudî Arsal’dır. Sadri Maksudi, “Türk Dili İçin” adlı eserini 1930 yılında yayımlar ve dille ilgili görüşlerini ortaya koyar. Aslen Kazanlı bir Türk olan Sadri Maksudî, hem İdil-Ural Türklüğünü hem Türkistan Türklüğünü hem de Türkiye Türklüğünü yakından tanımaktaydı. Bu sebeple bütün Türk dünyasının aslında tek bir Türk dilini kullandığını ortaya koymuş ve Türk edebî dilinin oluşturulmasını istemiştir. Düşünceleriyle Atatürk üzerinde de etkili olan Sadri Maksudî, Türkiye’de düşünce olarak dil birliğinin temellerini atanlardan birisidir.
Türk dil birliğinin önemli basamaklarından birisi de 1926’te başlayıp 1940’a kadar devam eden Lâtin alfabesi dönemidir.
1920’li yıllarda eski Sovyet Birliği’ndeki Türk boylarından bazılarının kademeli olarak Lâtin alfabesine geçmeleri, kendi aralarında yazı ve dil birliği oluşturulması amacına yönelikti. Bu karar 1926’da Bakü’de toplanan 1. Türkologiya Kongresi’nde alınmıştı. Hatta bu kongrede bütün Türklerin Lâtin alfabesini kullanmalarının doğru olacağını söyleyen meşhur Türkolog Aleksandr N. Samoyloviç bu yüzden Stalin tarafından 1936’da Sibirya’ya sürülmüştür. Atatürk, 1928’te Türkiye’de Lâtin harflerine geçerken biraz da Türk dünyası arasında yazı birliği amacını güdüyordu.
1928’de Türkiye’de Lâtin harfli Türk alfabesi kabul edildiğinde diğer bazı Türk boyları da Lâtin alfabesini kullanmaktaydı. Türkiye’nin Lâtin alfabesini kabul etmesinin bir sebebi de uzakta kaldığımız kardeşlerimizle aramızdaki perdeyi kaldırmak ve bütün Türklerin birbirini kolayca okumalarını sağlamaktı. Ancak, ne yazık ki daha 1920’li yıllarda, aslen Papaz olan İlminski’nin fikirleri doğrultusunda eski Sovyetler Birliği içindeki Türkler ve diğer milletler birbirlerini anlamayacak şekilde düzenlenmiş alfabelerle yazmaya mecbur edildiler. Böylece aramıza demirden bir perde konulmuş oldu. Bundan sonrası ise, sizin belirttiğiniz gibi, çeşitli yollarla Rusça iyi bir hayat sürmenin tek yolu hâline getirilmiş. Dil vasıtasıyla yapılan bu yıldırma hareketi ne yazık ki bazı kişiler üzerinde etkili olmuş, bu değişiklik bazılarının hayat tarzına ve düşünce mekanizmasına işlemiştir.
Eski Sovyetler Birliği’ndeki Türk boylarının Lâtin alfabesini kullandıkları dönem pek uzun sürmemiştir. Sosyalist rejimin geleceği için tehlikeli görülen ve Türk dünyasında yakınlaşmayı hızlandıran bu süreç 1940’lı yılların hemen başlarında durdurulmuştur.
Sovyet sisteminin baskıları yüzünden dil ve yazı birliği meselesi, uzun yılar gündeme gelememiştir. Ancak, 1980’li yıllarda ana dili meselesi tekrar Türk dünyasında ele alınmaya başlanmıştır.
Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra yazı ve dil birliği konusunda atılmış en somut adım, kanaatimizce, 1992 yılında İstanbul’da Marmara Üniversitesince düzenlenen “Alfabe Sempozyumu’dur. Burada kabul edilen 35 harfli ortak alfabe artık pek çok Türk devlet ve topluluğunda uygulamaya konmuştur. Bu 35 harfli çerçeve alfabeyi, değişik topluluklar kendi lehçelerini özelliklerine göre düzenlemişlerdir. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yanında Azerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan gibi Türk devletleri ile Gagavuzlar, Kırım Tatarları gibi Türk toplulukları Lâtin alfabesine belli oranlarda geçmişlerdir. Hatta bazılarında hem okullarda öğretilmekte hem de basın yayında kullanılmaktadır. Henüz Lâtin alfabesine geçmemiş olan Türk devlet ve topluluklarında ise bu yönde gayretler sürmektedir.
Türk devletlerinin kendi dillerinin devlet dili olarak kabul edilmesi, bağımsızlıkların kazanılması yolunda atılmış en önemli adımlardır. Kanaatimizce bugün için Türk Dünyasının en önemli meselesi, “ortak iletişim dili”dir. Bunun gerçekleşmesi şart, fakat zamanı, zemini ve şekli konusunda şimdiden bir şey söylemek zordur. Öncelikle karşılıklı olarak lehçeler öğrenilmelidir. Zaman içinde ortak Türkçe kendiliğinden oluşacaktır. Bunun için yapay zorlamalar yerine karşılıklı ilişkilerin güçlendirilmesi, edebî eser değişimin hızlandırılması, sanatsal faaliyetlere ağırlık verilmesi gibi destekleyici unsurlardan yararlanılabilir.
Dünyada dilini kaybettiği için bağımsızlığını kaybeden pek çok millet vardır. Avrupa’da ‘sömürgecilik’ konusunda uzman olanlar, sömürgecilik için kendi ana dillerini kabul ettirmeyi birinci sıraya koymuşlardır. Sömürgeci devletler, dilin her işin anahtarı olduğunu çok iyi biliyorlardı. Bu hususta Napolyon’un “Kelimelerin girebildiği yerde silah patlamaya lüzum yoktur.” şeklinde meşhur bir sözü vardır.
Son yıllarda ise “Ortak Türkçe, Ortak dil” meselesi daha çok konuşulmayı başlanmıştır. Azerbaycan’da bu yönde çalışalar hızlanmıştır. Özellikle Agamusa Ahundov ve Nizamî Hudiyev’in bilimsel çalışmaları dikkate değerdir. Bu yöndeki çalışmaların belki de en önemlisi Özbekistan’da yapılmıştır. Öte yandan ortak bir iletişim dili olarak Türkçe’nin kullanılması yönünde Türkiye, Azerbaycan, Özbekistan vb. ülkelerde çalışmalar sürdürülmektedir.
Bu konuda Özbekistan’da “Orta Türk Tilini Yaratış Muammaları” (Ortak Türkçeyi Oluşturma Meseleleri) adlı bir sempozyum düzenlenmiştir. 23-25 Haziran 1993 tarihleri arasında Taşkent’teki Özbekistan Medeniyet Camgarması (Özbekistan Kültür Vakfı) tarafından gerçekleştirilen sempozyumu Doç.Dr. Bahtiyar Kerimov, Memedali Mahmudov (Evril Turan) ile Türk Medeniyet Merkezi’nin başkanı Ömer Salman desteklemişlerdir.
Sempozyuma Özbekistanlı bilim adamlarının yanı sıra, Kazak, Kırgız, Gagavuz, Azerbaycan ve Türkiyeli bilim adamları da katılmış ve ortak dille ilgili görüşlerini belirtmişlerdir. Sempozyumda bildiri sunan Özbekistanlı akademik Prof. Dr. K. H. Hanazarov’un soyadlardaki Rusça “ov, ova, ovna, yev, yeva” eklerinin atılmasını ve en önemlisi Özbekistan’ın adının “Türkistan” şeklinde değiştirilmesini teklif etmiştir. Bu verimli sempozyumun tebliğ özetleri kitap hâlinde yayımlanmıştır. “Ortatürk Tilini Yaratiş Muammaları” (Özbekistan Kültür Vakfı. Bahtiyar Kerimov, Şaahmet Mutalov, Ertuğrul Yaman, Taşkent 1993). “Orta Türk Tili” adını taşıyan kitapçık tarafımızdan Türkiye Türkçesine aktarılarak yayımlanmıştır.
Ortak Türkçe konusunda bilinçli ve bilimsel çalışmalar yürüten Özbekistanlı bilim adamı Doç. Dr. Bahtiyar Kerimov, bu konudaki görüşlerini kitapçık hâline getirmiştir. Kerimov’un bu konuyla ilgili çalışmalarını ve görüşlerini önemli bulduğumuz için kitapçığından bazı alıntılar yapacağız: “Bugünlerde, eski Sovyetler Birliği içindeki cumhuriyetlerin önemli bir kısmını oluşturan Türkler, belli oranda yakınlaşma gayreti içindeler. Bu hareket, Orta Asya Cumhuriyetleri, Kazakistan ve Azerbaycan’da özellikle sezilecek derecede yakınlaşma, ekonomilerini birbirine göre düzenleme, tek bir ekonomik fon kurma, tek bir haberleşme ağını oluşturma şeklinde kendini göstermektedir... Ortak ekonomik birlik ve iletişim ağı, ortak bir dil olmasını gerektirir...
Yüzyıllardır Türk dili tek bir kol hâlinde devam edegelmiştir. Tek bir dil olan Türkçe, ortaçağda ağızlara bölünmüş olsa da ancak yirminci yüzyılda bağımsız diller derecesindeki farklılıklar meydana gelmiştir. Bu bölünme cereyanında yirminci asrın ilk çeyreğinde canlanan Türk dünyasının birlik hareketi, Stalinist baskılar sonucunda darmadağın edilmiştir. Tek bir dil oluşturma yönündeki gayretler durdurulmuştur...
Türk boyları kendi aralarında yakınlaşmaya çaba göstermeleri sonucunda bir alfabeye geçseler iyi olurdu, (ancak) eğer birkaç alfabe kullanılsa, ortak Türkçe aynı zamanda bu birkaç alfabe ile de oluşturulabilir. Muhakkak ki ikinci durumda daha çok ekonomik harcamalar gerekir; ancak, bu, Türk boylarının kendi kaderlerini kendilerinin belirlemelerini sağlar, kendi istekleri ile birbirlerine yakınlaşmalarına hizmet eder...
İşe başlamak için Ortak Türkçe’yi oluşturmak üzere, uluslararası bir araştırma enstitüsünü (merkezini) kurmak amacımıza uygun düşer.
Ortak Türkçe günümüzdeki ve geçmişteki Türkçenin kollarının hepsine yakın olacaktır. Bu dil, Türk boyları için kardeşçe ancak tarafsız, hiçbir Türk boyuna ayrıcalıklar vermeyecek uluslararası bir konuşma dili olmalıdır. Aynı şekilde o, bütün Türk dünyası için önemli olan fen -teknik alanlarındaki değişim, edebî ve diğer kültürel değerlerin değişim dili seviyesine sahip olmalıdır.
Her bir Türk boyunun temsilcileri kendi ana dilini bilmek ve onu kendi yurdunda kullanmakla beraber ilâve olarak kardeş ve yakın ortak Türkçeyi zorlanmadan çabuk ve kolayca öğrenecektir.
Gelecekte Ortak Türkçe her bir Türk lehçesini, dünyanın büyük dillerinin etkisi ile kendi özelliklerini kaybetmesinden koruyacaktır. Bütün Türk lehçelerinin zenginliğinden faydalanan Ortak Türkçe, her yönü ile gelişmiş olan dünya dilleri ile boy ölçüşebilen gelişmiş bir dil olarak Türk dünyasının daha da yükselmesinde yardımcı olacaktır...
Günümüzde yeniden şekillenmekte olan Türk boylarının sadece kendi özgür iradeleriyle, zorlanmadan, her geçen gün yakınlaşması mümkündür. Çünkü bizim Ortak Türkçemizi, kültürümüzü, maneviyatımızı, dünyamızı geliştirmek gibi birçok temel maksadımız ve parlak bir geleceğimiz vardır.”
Türkiye’de 1990’lı yılların başlarından itibaren “ortak Türkçe” konusunda bilim adamlarının görüşlerini ortaya koydukları gözlenmektedir.
Türkoloji alanındaki derin araştırmalarıyla tanınan Prof. Dr. Zeynep Korkmaz bu konudaki önerilerini şöyle dile getiriyor: “1. Ortak bir alfabe hazırlayarak ortak bir konuşma ve zengin bir kültür dili oluşturmak. 2. Türk kültürünü ve lehçelerini araştırmak. 3. Bu amaçla Türk kültür merkezleri ve Türkçe öğretim merkezleri açmak. 4. Türkiye’deki üniversitelerin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümlerini yeniden düzenlemek. 5. TRT aracılığıyla Türkiye Türklerinin ortak kültür değerlerini tanıtmak. 6. Türkiye dışındaki Türklerin ortak kültür değerlerini tanıtmak. 7. Türk dünyası ile ilgili dil ve tarih çalışmaları yapmak. 8. Türk dünyasıyla ilgili seminer, panel vb. toplantılar düzenlemek 9. Türk dünyasıyla ilgili olarak kitap, dergi, broşür, kaset, film vb. hazırlamak, basmak ve yayımlamak. 10. Türk dünyasıyla ilgili elemanlar yetiştirmek. 11. Başbakanlık bünyesinde yetkili ve bilimsel bir kurul oluşturmak. 12. Ortak kültür bilincini oluşturmak...”
Türkiye’de Türk dünyası konusunda büyük bir ufuk açan Prof. Dr. Ahmet B. Ercilasun Türk dünyasının birliği konusunda görüşlerini şu şekilde ortaya koymuştur:”1. Alfabe birliğini sağlamak. 2. Bu konuda yayınlar yapmak. 3. Ortaklaşmaya ve öğrenmeye gayret etmek. 4. Türk Dünyası Araştırma Enstitüleri kurmak.” Ercilasun, bu konudaki diğer yazılarında da son derece önemli gördüğümüz şu temel ilkeleri belirtir: “Ortak bir yazı dili bütün Türk boylarının hür iradeleriyle verecekleri ortak bir kararla mümkün olacaktır... Bu iş çok uzun yıllar alacak ve kademeli olarak gerçekleşecektir. İlk kademe yazı dillerinden birinin ( muhtemelen Türkiye Türkiye Türkçesinin bir “üst dil” olarak benimsenmesidir... İkinci kademede bu “üst dil”, diğer Türk yazı dillerinden unsurlar alarak zenginleşecek ve daha çok ortak hâle gelecektir. Kanaatime göre, bilhassa büyük gruplara ait mevcut Türk yazı dilleri ise birer “alt dil” olarak uzun süre devam edecektir. Ancak bütün bunların “serbest bir ortama”a ve “millî şuur”a bağlı olduğunu tekrar hatırlatmakta fayda vardır...”
Ortak iletişim dili konusunda bir hayli temkinli davranan Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali, bu konudaki düşüncelerini şu şekilde özetlemek mümkündür: “ Ortak dil en azından bugün için fantezidir. Esas olan iletişim dilidir. Basit sohbetler herkesin kendi lehçesinde olabilir.“
Ankara Üniversitesi’nde konuk öğretim üyesi olarak çalışan Kırgız Türklerinden Razak Saydilkanov, ortak dille ilgili görüşlerini özetle şöyle belirtiyor: ” Ortak dil bir ütopyadır. Türk dünyası için Türkiye Türkçesi bir iş dili olabilir.”
Prof. Dr. Sema Barutçu, Türk dünyasındaki bir birliği Türk dil birliğini de kapsayacak geniş bir bakış açısıyla ele aldığı bu konudaki önerilerini şöylece özetleyebiliriz: “1. Her şeyden önce dilde birlik sağlanmalıdır. 2. Alfabe birliğine gidilmelidir. 3. İmlâda birlik sağlanmalıdır. 4. Türk dünyasında terim birliği oluşturulmalıdır. 5. Yabancı kelimeler atılmalıdır. 6. Türkçenin söz varlığını ortaya çıkaracak Büyük Türkçe Sözlük hazırlanmalıdır. 7. Ortak şekil ve ses birlikleri tespit edilmelidir. 8. Eğitim ve öğretim birliğine gidilmelidir. “
Bütün bunların dışında Türk dil birliği konusunda görüşlerini beyan eden Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu ve Yard. Doç. Dr. Bilgehan Atsız Gökdağ’ın önerileri de dikkate değerdir.
Ortak Türkçenin Ölçütleri ve Ortaya Çıkabilecek Sonuçlar
Dünyanın en eski ve en çok konuşulan dillerinden birisi olan Türkçe, ne yazık ki, bugüne kadar hak ettiği diğer diller arasındaki yeri alamamıştır. Hemen her dönemde bir başka yabancı dilin tesiri altında kalmış, kendi gerçek gücünü yeterince gösterememiştir. Bugün ise, yepyeni ve taptaze bir imkânlar dünyasıyla karşı karşıya kalınmıştır. Ancak, nadiren karşımıza çıkabilecek böylesi bir fırsatı çok iyi değerlendirmek mecburiyetindeyiz.
Ortaya çıkan yeni şartlar, âdeta Dünya Türklüğünü “dilde, fikirde, işte” ve daha pek çok sahada birlik olmaya zorlamaktadır. Bu birliğin temel şartı ise, birbirinizi her yönüyle anlayabilmektir. O sebeple bütün Türklerin aynı dille anlaşabilmeleri (elbette ki Türkçeyle) şarttır. Bu düşünceden hareketle “Ortak Türkçe, ortak bir iletişim dili” artık bir zarurettir. Ortaya çıkan şartlar bu düşünceyi gerçekleştirmeye zorlamaktadır. Aynı kökten çıkmalarına rağmen, yapay olarak birbirinden uzaklaştırılan Türk lehçelerini her birine “dil” adı verilmiş ve mümkün olduğunca ayrı alfabelerde yazdırılmaya çalışmıştır.
Açıklığa kavuşturulması gereken hususların başında da “Ortak Türkçe” terimi gelmektedir. Bu terimden neyi anlamak gerekir? Ortak bir anlaşma aracını ifade etmek üzere, bilim adamlarınca “ortak Türkçe, ortak dil, ortak alfabe, ortak yazı, alfabe birliği, dil birliği, yazı dili, edebî dil, konuşma dili, iş dili, iletişim dili” gibi çok sayıda farklı terim kullanılmaktadır. Kanaatimizce, düşünülen ve arzu edilen ortak anlaşma dili için en uygun terim iletişim dili terimidir. Bizce, bu terim dar ve geniş anlamlarıyla iki ayrı düşünceyi ifade etmektedir. Dar anlamıyla belirli şartlar dairesinde, özel çalışmalar sonucunda oluşabilecek ortak iletişim dili; geniş anlamıyla ise, Türk lehçelerinin zaman içinde tamamen kendi doğal gelişimi sonucunda tek bir şekle dönüşmesidir.
Ortak iletişim dili nasıl oluşturulacaktır? Bina kurar gibi malzemeyi ele alıp yeni bir dil elbette oluşturulamaz. Çünkü böyle bir çalışma ancak yeni bir “esperanto” olabilir. Doğal olarak bu çalışmaların temelinde öncelikli bir şekilde bilimsel araştırmalar yer alacaktır. Lehçeler arasında yapılacak karşılaştırmalı sözlük, gramer ve benzeri çalışmalar “Ortak iletişim dili” için zemin olmalıdır. “Ortak iletişim dili” gerçekleştirildikten sonra, zaman içinde ortak Türkçe zaten kendiliğinden oluşacaktır.
Ortak iletişim dili için belirli kalıplardan kaçınmak gerekir. Böyle bir ortaklığın şöyle veya böyle oluşacağını söylemek kehanet olmasa gerektir. Ne var ki bunun “nerede, ne zaman ve nasıl” gerçekleşeceğini bildirmek ve ya bu konuda kendimizi şartlandırmak doğru değildir.
Ortak iletişim dilinin oluşturulabilmesi için lehçe fanatikliğine de düşmemek gerekir. Bütün lehçelerin aynı kökten çıktığı gerçeğinden hareketle tekrar birliğe gitme yönünde gayret gösterilmelidir. Lehçeler arasındaki yersiz tartışmalara meydan verilmemelidir.
Ortak iletişim dili elbette ki bugünkü lehçelerden yalnızca birisinin üstüne bina edilemez. Dolayısıyla birtakım ortaklıkları yakalayabilmek için biraz daha eski dönemlere gidilebilir. Mevcut lehçelerdeki ortaklıklar, gün ışığına çıkarılmalı, farklılıklar ise düzene sokulmalıdır.
Ortak iletişim dili oluşturulduğunda ne gibi faydalar sağlayabilir? Bunları aşağıdaki gibi maddeleştirmek mümkündür:
1.Her şeyden önce bütün Dünya Türklüğü birbirini rahatlıkla anlayabilecektir. Bu ise, her yönüyle birleşmenin kestirme yoludur.
4- Önceki maddelerle bağlantılı olarak Türkçe Birleşmiş Milletler Teşkilatı, AGİK gibi milletlerarası teşkilatlarda konuşma dili olarak kabul edilecektir.
Dil ve Yazı Birliğiyle İlgili Önerilerimiz
Türkiye’de Türk Dünyasıyla ilgili çalışmalar ne pahasına olursa olsun, ihmal edilmeden sürdürülmelidir. Çünkü bu konu, Türkiye’nin geleceğiyle yakından ilgilidir.
(KAYNAK: Yaman, Ertuğrul Türkçe Bilinci, Akçağ Yayınları, Ankara 2015)”
Konuyla ilgili kendisine yöneltilen soruları da cevaplayan Prof. Dr. Ertuğrul Yaman’a katılımlarından dolayı İLESAM Genel Başkan Yardımcısı İlter Yeşilay tarafından bir “Teşekkür Belgesi” takdim edildi.
Etkinliğin ikinci yarısını oluşturan Şiir Dinletisi İLESAM Üyelerinden Rıfat Çakır tarafından sunuldu.
Hanefi Işık, Bekir Aksoy, Bekir Yegnidemir, Seyfettin Çoban, Durak Turan Düz, Şahin Duman, Bedir Yetişkin, Orhan Vergili, Sevinç Doğancan Güven, Mahir Ünat, Sibel Unur Özdemir, Mehmet Sevinç, Nurettin Gür Ozanoğlu, Tülin Hatun Şenel, Hüseyin Ağca, Erdoğan Pamuk, İbrahim Yaman, Veli Zor, İlter Yeşilay, Mehmet Yaman, Cahit Karaç, Tuncer Ulusoy, Veli Uçmaz, Asım Emer, Fatma Kalkan, Mahmut Demiryürek, Nevzat Taşkıran, Hayrettin Gültekin, Rıfat Çakır ve Sadık Kılıç etkinliğe katılan isimler arasındaydılar.
Edebiyatın, sanatın, kültürün ve aktüel konuların konuşulduğu, şiirlerin okunduğu etkinliklerine devam eden Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliğinin çatısı altında güzel bir Cumartesi etkinliği daha yüreklerdeki yeri aldı.
Ankara’nın karakışına karşın yürekleri şiirlerle, sazla, sözle, söyleşiyle ısıtan bu güzel Cumartesi günü de gönüllerde taht kurdu.
İLESAM Şiir Dinletilerimize şiire, sanata ve kültüre gönül veren herkesi- üyemiz olsun veya olmasın-bekliyoruz. Unutmayın!
HABER METNİ ve FOTOĞRAFLAR: Sibel Unur Özdemir
TÜRKİYE İLİM ve EDEBİYAT ESERİ SAHİPLERİ MESLEK BİRLİĞİ
İLESAM GENEL MERKEZİ
Adres
:
İzmir 1.Cad. No: 33/16 Aydın Apartmanı, Kat:4 Kızılay / ANKARA
Tel
0 312 419 49 38
Faks
0 312 419 49 39
Web
www.ilesam.org.tr
E-Posta
Adınız Soyadınız
Girilecek rakam : 270350
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.