İLESAM CUMARTESİ SOHBETLERİ ve ŞİİR DİNLETİSİ (7 MAYIS 2016) “Ermeni Meselesi ve Boğazlıyan Kaymakamı M. Kemal Bey” Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği’nin çatısı altında edebiyatın, sanatın, kültürün ve aktüel konuların konuşulduğu, şiirlerin okunduğu bir Cumartesi etkinliği daha 7 Mayıs 2016 tarihinde gerçekleştirildi. Program, İLESAM Genel Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız tarafından yapılan açılış konuşması ile başladı. Parmaksız, İLESAM’ın Azerbaycan Yazıcılar Birliği ile 2015 yılında imzaladığı protokolden bahsederek ilki geçen yıl gerçekleştirilen “Mahnıdan-Şarkıya” isimli projenin bir parçası olan “Sevgi ve Aşk Şiirleri Antolojisi”nin hayata geçirileceği müjdesini verdi. Yarışmaya katılan ve antolojide yayınlanmak üzere seçilen şiirlerin şairlerinin daha önce açıklandığını bildiren Mehmet Nuri Parmaksız, yapılan yarışmaya katılıp eleme sonucunda dereceye giremeyen ancak antoloji kitabında bulunmak isteyen İLESAM üyesi şairlerin şiirlerinin de antolojide yer alabileceğini, katılımın ücretsiz olduğunu belirtti. İLESAM Genel Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız, antolojiye katılmak isteyen şairlerin “sevgi ve aşk” temalı şiirlerini 15 Haziran 2016 tarihine kadar İLESAM Genel Merkezi’ne (ilesamgenelmerkez@gmail.com mail) ulaştırmaları gerektiğini de sözlerine ekledi. Parmaksız, “Azerbaycan halkı, Türk dünyası noktasında bizim tanınmış yazarlarımızı/şairlerimizi tanıyor. Nazım Hikmet’i, Necip Fazıl’ı tanıyorlar. Bizleri tanımıyorlar. Bizlerde İLESAM çatısı altındaki şairlerimizi/yazarlarımızı tanısınlar istiyoruz. ‘Sevgi ve Aşk Şiirleri Antolojisi’ Azerbaycan’da yayınlanacak. Ben, şahsen şiirlerin çevirisinin yapılmasından yana değilim. Çeviri olmaz ama bazı notlar konulabilir. Alfabe olarak değişecek harfler olabilir. Kitapta bazı şiirlerin tahlillerine de yer verilecek. İLESAM Ansiklopedimiz yayına hazırlanıyor. Dönemin son Cumartesi Sohbetleri ve Şiir Dinletileri programı 28 Mayıs’ta yapılacak.” diyerek konuşmasını yapmak üzere İhsan Kurt’u kürsüye davet etti. Ermeni sorununu 1900’lü yıllardan önce ve 1900’lü yıllardan sonra olmak üzere iki açıdan incelemek gerektiğine vurgu yapan İhsan Kurt, 1579 yılında Sokollu Mehmet Paşa’nın ölümü ile başlayan Duraklama Devri, pusuda bekleyen Osmanlı düşmanlarına fırsat kapılarını açmıştır, diyerek konuşmasına başladı. Sayın İhsan Kurt’a notlarını bizlerle paylaştığı için teşekkür ediyor ve notlarından oluşturduğumuz derlemeyi sizlerle paylaşıyoruz: “1699 Karlofça Antlaşması’yla Osmanlı Devletinin gerileme ve çöküş dönemi başlamıştır. İlk büyük toprak kaybına sebep olan antlaşma da budur. Ayrıca bu tarih Rusya’nın Avrupa’da kendisinden söz ettirmeye başladığı tarihtir. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Osmanlı’nın yerini Rusya ve Avusturya almıştır. Sonra İngiltere, Fransa ve Almanya beşli grubu oluşmuş, Osmanlı bunlara bağlı bir hale gelmiştir. 1787 yılında Rus Çariçesi Katerine ile Avusturya İmparatoru II.Joseph, Kırım’da Kerson şehrinde buluşuyorlar ve Osmanlı Devletini taksim projelerini görüşmeye başlıyorlar. İngiltere, Fransa, Avusturya-Macaristan ve Rusya, Balkanlar ve Anadolu’daki Türk varlığını kendileri için sürekli bir tehdit unsuru olarak gördüklerinden dolayı ŞARK MESELESİ (Doğu Sorunu) adı ile bir sorun yaratıp, bu konuyla ilişkin bir gündem oluşturmuşlardır. Doğu Sorunu, terim olarak ilk defa 1815 yılında Viyana Kongresinde kullanılmıştır. Bu tabir ile Avrupalı büyük güçler ve Rusya arasında Osmanlı Devleti topraklarının paylaşılması amaçlanıyordu. Batılı devletler amaçlarına ulaşmak için Osmanlı’nın bünyesinde yaşayan Hıristiyan milletleri bir araç olarak kullanmayı uygun bulmuşlardır. Bu araçlardan biri de ERMENİLER olmuştur. Birinci Dünya Savaşı arifesinde, Osmanlı Devletinin bütünüyle yok edilmesine yönelik olarak adı geçen devletlerin izlediği politikanın genel adına, Şark Meselesi deniyordu. Dolayısıyla ERMENİ SORUNU, Şark Meselesinin bir parçasını oluşturuyordu. Bu tarihi gelişim içerisinde ERMENİ SORUNU da tohumları daha önce atılmakla birlikte Avrupa Meselesi olarak Berlin Kongresi (1878) ile gündeme getirilmiştir. “Sadık Millet” (tebaa-yı sadıka) olarak tanımlanmış ve öyle kabul edilmiştir. Ancak bu durum Osmanlı’nın Duraklama döneminde ters dönmeye başlamıştır. Ermeniler 1828-1829 / 1853-1856 / 1877-1878 (93 Harbi) tarihlerdeki Osmanlı-Rus Savaşlarında Ruslara her açıdan destek verdikleri yetmezmiş gibi, bu savaşlar sırasında binlerce Müslümanı da katletmişlerdir. 14 Eylül 1829 tarihinde Rusya ile yapılan Edirne Antlaşması ile Ahıska bölgesi Rusya’ya bırakılmış, Yunanistan ve Sırbistan’a özerklik verilmiş, Eflak ve Boğdan’ın özerkliği genişletilmiş. 1828-1828 Osmanlı Rus Savaşı ile Balkanlardaki Hıristiyan halkların bağımsızlıklarını kazanmalarının önü açılmış. Nitekim 1830 Şubatında Rusya, İngiltere ve Fransa arasındaki anlaşma sonunda Yunanistan bağımsızlığını kazanmış. 1830’lardan sonra iç işlerine karışmalar, Ermeniler lehine “ıslahatlar” yani düzenlemeler yapılması istenmeye başlanmış. Batılılar, Ermeni isteklerini yerine getirilmesi için baskılarını artırmışlardır. Bu gelişmeler üzerine 3 Kasım 1839 tarihinde Reşit Paşa “Gülhane Hattı Hümayunu’nu” okuyarak TANZİMAT FERMANInı ilan etmiştir. Ancak Türkiye’deki bu ilk büyük reform denemesi yine yabancı müdahaleler sebebiyle iflas etmiştir. Kırım Savaşı’nın ardından Osmanlı Devleti 1856 yılında ISLAHAT FERMANI’nı yayınlanmıştır. Tanınan hakların arkasından Mart 1863 yılında ERMENİ TÜZÜĞÜ (Anayasası) yayınlandı. Bu durum Ermenilerin devlet içerisinde devlete sahip olmaları anlamına geliyordu. Bu tüzükten sonra Ermeniler tarafından gizli siyasi örgütler kurulmaya silahlı isyan ve eylemler görülmeye başlanmıştır. 13 Temmuz 1878 Berlin Antlaşması ile uluslararası bir soruna dönüşmüştür. Ermeni Sorunu, bu tarihten sonra Osmanlı Devleti üzerinde çıkar hesapları yapan İngiltere ve Rusya arasında Türkiye’ye karşı kullanılan bir konu haline gelmiştir. Bu antlaşma ile Kıbrıs İngiltere’ye, Bosna-Hersek Avusturya-Macaristan’a bırakılmış; Ardahan, Batum ve Kars Rusya’da kalırken, Doğu Beyazıt Osmanlı’ya verilmiştir. Karadağ, Sırbistan ve Romanya bağımsızlıklarını kazandılar. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşına katılmayan İngiltere ve Avusturya-Macaristan tek kurşun atmadan toprak elde etmiştir. Berlin Antlaşmasının 61. Maddesi ile Ermenilere Islahat gündemde tutulmaya devam edilmiştir.1878 Berlin Antlaşmasından sonra Ermeniler Komiteler oluşturarak halkı isyana kalkışmaya zorlamışlardır. Osmanlı’yı yağmalama, parçalama projeleri bu karışıklıklardan ve kopuşlardan sonra hızını artırmış, sonuçları görülmeye başlamıştır:1881’de Fransa Tunus’u almış, aynı yıl Teselya Yunanistan’a bırakılmış.1882’de İngiltere Mısır’ı işgal etmiş.1885’te Doğu Rumeli Bulgaristan’la birleşmiş.1897’de Osmanlı Girit’in bağımsızlığını tanıyor. Bütün bu gelişmeler Ermenilerin büyük hayallere ve umutlara kapılmasına sebep oluyor, İSYANLARI başlatmak için hazırlıklar yapıyor ve isyanları başlatıyorlar. Hınçaklar çalışmalarının merkezi olarak İstanbul’u seçmişler. Bafra, Merzifon, Amasya, Tokat, Yozgat, Arapkir, Trabzon gibi yörelere de örgüt elemanlarını yolluyorlar. Taşnaklar (federasyon) 1892’de programlarında kullanacakları yöntemlerden bazılarını şöyle sıralamışlar; çeteler kurmak, her yola başvurarak halka ümit vermek, halkı silahlandırmak, komiteler kurmak, kavgayı teşvik etmek, devlet yetkililerini, muhbirleri, hainleri yıldırmak, insan ve silah nakliyatı için ulaştırmayı sağlamak, devlet kurumlarını yağmalamak ve harap etmek. İhtilali gerçekleştirmek için en müsait zamanın Türkiye’nin harbe girdiği dönem olacağı düşünülmüş, Ermeni isyanları 1890’lı yıllarda hız kazanmıştır. 20 Haziran 1890 Erzurum olayı, 15 Temmuz 1890 Kumkapı olayı, Merzifon Amerikan Koleji Merkezli İsyanlar, 1894 Birinci Sasun İsyanı, 18 Eylül 1895 Babıali Gösterisi, Zeytun İsyanı 1890, 1896 Van İsyanı, Ağustos 1896 Osmanlı Bankası Baskını, 1896-1897 Muş Olayları ve İkinci Sasun İsyanı, Yıldız Suikastı, 1904-1905 Erzurum ve Bitlis Olayları, 14 Nisan 1909 Adana Olayları bunlardan bazılarıdır. 1800’lü yıllardan sonra Amerikalı misyonerlerin açtığı okullarda çıbanbaşı olmuşlardır. Ermeniler, propagandayı etkili bir silah olarak kullanmayı Batılı güçler tarafından ve onların desteği ile öğrenmişlerdir. 19.yüzyılın ortalarında Batı basını Ermenilerin zor şartlar altında yaşadıklarını işleyerek kendi kamuoylarında Ermeni sempatisini uyandırmaya çalışmışlardır. Osmanlı’da Ermeniler ilk olarak bu sebeple kıpırdamaya başlamışlardır. Ermeni devleti fikrini doğuran, Ermeni milleti değil, Ermeni Kilisesidir. Genellikle Müslümanlığa ve Müslüman olduğu için de Türklere karşı işleyen bu din faktörü, Osmanlı Devletinde bir Ermeni sorunu çıkmasında en büyük rolü oynamıştır. 1900 sonrası Osmanlı’ya bakıldığında devlet yönetimindekiler çıkan isyanlarla, ayaklanmalarla baş edemediği görülüyor. (1901: Fransa Midilli’ye asker çıkarıyor. 1902: Makedonya İsyanı ortaya çıkıyor. Arap yarımadası kaynamaya başlıyor. 24 Temmuz 1908: İkinci Meşrutiyet bu gidişi durdurmak için ilan ediliyor. Ancak yıkılışı düzeltmek ve durdurmak imkânı bulunamıyor. 5 Ekim 1908: Avusturya, Bosna Hersek’i işgal ediyor, aynı gün Bulgaristan bağımsızlığını ilan ediyor.6 Ekim 1908: Yunanistan Girit’i alıyor. 17 Aralık 1908: İkinci Meşrutiyet’in ilk meclisi bu hava içerisinde açılıyor.13 Nisan 1909: Meşrutiyeti kaldırmaya yönelik 31 Mart Vakası çıkıyor.14 Nisan 1909 Adana’da Ermenilerle Müslümanlar birbirlerine giriyorlar ve ERMENİ SORUNUNUN BU KANLI OLAYI ile birlikte bütün yurda yayılan, yurdu saran ERMENİ OLAYLARI daha hız kazanmış olarak başlatılıyor.) 28 Haziran 1914 Avusturya-Macaristan Veliahdı Ferdinand, Bosna’da bir suikasta kurban gidiyor. Böylece 1.Dünya Savaşına giden yola giriliyor. Osmanlı 1 Kasım 1914 günü savaşa dâhil oluyor. Taşnak Komitesi 1914 Haziran’ında Erzurum’da bir kongre toplar. Doğu vilayetleri için Rusya ile anlaşmaya varır. Osmanlı 3 Ağustos’ta seferberlik ilan ettiğinde topraklarının hem sınırlarında hem de içinde olaylar kaynıyordu. Osmanlı Hükümeti yaşanan olaylar sonucunda TEHCİR KARARI almak zorunda kalmıştır. Tehcir, hicret, göç ettirme anlamındadır. Batı’da anlamlandırıldığı gibi “mecburi ikamet, sürgün edilmek” anlamında değildir. Tehcir kararındaki belgelerde de, metnin içinde “tehcir” kelimesi geçmemekte “diğer mahallere sevk ve iskân”, “tayin ve tahsis edilen mahallere nakil ve iskân” ibareleri kullanılmaktadır. Tehcir kararı alınıp (26 Mayıs 1915) uygulamaya başlanınca Ermenilerin terörist faaliyetleri durmamıştır. Bu durum tehcir uygulamasının daha geniş bir bölgeye yayılmasını zorunlu hale getirmiştir. 23 Temmuz 1915 Boğazlıyan, 1 Ağustos 1915 Fındıkçı (Maraş), 9 Ağustos 1915’te Urfa’nın Germüş köyünde, 14 Eylül 1915 Antakya (Musa Dağı), 29 Eylül 1915’te Urfa’nın içinde, 7 Şubat 1916’da İslahiye’de, 4 Nisan 1916’da Akdağmadeni’nde, 9 Nisan 1916’da Tosya’da ve yurdun daha birçok yerinde isyanlar devam etmiştir. Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni 1923’te Parti Konferansına sunduğu raporda TEHCİRİ olumlu karşılamış ve “Tehcir kararı amacına uygundu.” demiştir. Ancak 30 Ekim 1918 Mütareke ve suçlu avı başlatılmıştır. Batılı güçler memnun olsun diye idamlar, cezalar, hatta sürgünler devam etmiştir. Kurban verilenlerden biri de BOĞAZLIYAN KAYMAKAMI M.KEMAL BEY’dir. 1 Mart 1884 tarihinde babasının görev yaptığı Beyrut’ta doğmuştur. 24 Temmuz 1908: Mektebi Mülkiyeyi Şahane’den pekiyi derece ile mezun olmuş Altıncı görev yeri Boğazlıyan 11 Haziran 1915’te göreve başlamış. Yozgat Mutasarrıflığı dahil yaklaşık 10 ay kadar süren görevi 23 Nisan 1916 tarihinde sona ermiştir. Kemal Bey, görev yaptığı yıllarda; *Ordusu arkadan hançerlenir *Halkı içeriden ihanete ve zulümlere uğrar *İçeriden ermeni komitecileri, İngiliz sevdalıları, dışarıdan emperyalist güçler *“yazar” ya da “gazeteci” kimlikli yerli işbirlikçiler, *Nemrut Mustafa gibi bazı yöneticiler ve idareciler * Öyle ki bunlar “adalet müsteşarı” olarak, “mahkeme başkanı” olarak kinlerini Kemal Bey ile bilemişlerdir. Bunları iftiralarla, şantajlarla, yalancı şahitler kiralayarak, hainlikle beslemişler, adını da “mahkeme” koymuşlar. TUTUKLAMALAR, YARGILAMALAR Kemal Bey İzmit’te görevdeyken 8 Ocak 1917 tarihinde eski görev yeri Boğazlıyan Kaymakamlığı yaptığı dönemde ihmali görüldüğü gerekçesiyle Yargılanma kararı verilir. Buradan beraat eder. İngiliz destekli ermeni propagandaları neticesinde Aralık 1918’de tekrar tutuklanır. Bekirağa Bölüğü’ne hapsedilir. *Yargılanması Dünya tarihinde görülmeyen ibret alınacak bir olaydır. Çünkü; -Daha mahkeme kurulmadan sonuç bellidir. -Emperyalistleri, işgalci güçleri memnun edecek bir kurban gerekmektedir. -Sözde mahkeme heyeti, sözde yargılama 5 Şubat 1919’da başlar -Gazete ilanları ile yalancı şahitler bulunur -Savunma avukatlarına pek söz verilmesi istenmez -Duruşmalar iki safhada 19 duruşma ile 7 Nisan 1919’da son bulur. 10 Nisan 1919’da Beyazıt Meydanında idam edilir. İş işten geçmiştir ama sonunda tarih yaptıklarıyla hak etmiş olduğu adı mahkeme başkanına vermiş ve ona “Nemrut” demiştir. Çünkü o Kemal Bey’e musallat olmuştu. Aslında bir “Kemal” rahatsızlığı vardı Nemrut’un. İleride milli mücadeleyi fiilen başlatan Mustafa Kemal ve arkadaşlarına gıyaplarında “idam” kararını imzalayan el de bu Nemrut’un eliydi. Suçluların, iftiracıların bağırarak, yalanlarına yalan ekleyerek suçsuzu, mazlumu susturduğu sözde mahkemeler de Kemal Bey’in kaderini belirlemek istemiştir. Maalesef bunlar sonunda da başarılı olmuşlar; idam hükmünün verilmesine, onaylanmasına ve yerine getirilmesine büyük alkışlar tutmuşlardır. Fakat bugün tarih onları, Kemal Bey’i ipe götüren avanelerini hiç de “iyi” anmamaktadır, anmayacaktır da… Kemal Bey’in cenazesinde halkın göstermiş olduğu tepki sadece işbirlikçileri, yaranma zihniyetini değil, işgal güçlerinin de gözlerini korkutmuş, yüreklerini ağızlarına getirmiştir. O, dünyasını değiştirirken bile bir kıvılcımın, milli mücadele ateşinin kıvılcımını yakarak da milletine hizmet etmiştir. Kemal Bey’in çok iyi bilinmesi gerekir. Çünkü Kemal Bey’in bilinmesi; Osmanlı’nın son dönemini, onu parçalama gayretlerini, ihanet şebekelerinin hücumlarını, 1.Dünya savaşının girdaplarını, milli mücadelenin ne gibi zorluklar ve şartlar içinde başladığını bilmek demektir. Dünden bugüne arzuları, zihniyetleri hiç değişmeyen, sadece projelerindeki yöntemlerini değiştiren emperyalistleri çok iyi anlamak demektir. Sonuç olarak; Osmanlı Devletini parçalamak için büyük güçler tarafından uygulamaya konulan Ermeni merkezli politikalar ile günümüzde hem Türkiye’yi zayıflatmak hem de uluslararası alanda zor durumda bırakarak kendi politikalarını uygulamak için denenen yöntemlerin, sanki bir karbon kâğıdının ikinci kopyası kadar birbirine benzediği dikkat çekmektedir… Bu karbon kâğıdı siyaseti, bin yıldır aynı topraklarda yaşayan ve kültürel değerleri birbirleriyle çok kaynaşan halkları, yapay oluşumlarla kendi ulusal çıkarları için, her şeyi mubah gören bir anlayışla birbirine düşürerek ayırmaya çalışan küresel aktörlerin başarısız olmaları için tarihten dersler çıkarılması gerekir.” Konuşmasının akabinde kendisine yöneltilen soruları da cevaplayan İhsan Kurt’a katılımlarından dolayı Durak Turan Düz tarafından bir “Teşekkür Belgesi” takdim edildi. Etkinliğin ikinci yarısını oluşturan Şiir Dinletisi Durak Turan Düz tarafından sunuldu. Programa katılan isimler arasında Ali Kemal Parıldar, Merih Baran, Hanifi Işık, Sebahattin Çoban, Sevinç Doğancan Güven, Elifçe, İhsan Hökelekli, Selahettin Dündar, Hayrettin Gültekin, Bekir Yeğnidemir, Orhan Vergili, Prof. Dr. Halil Tekin, Cahit Kıraç, Nazmi Şimşek, Kemal Türk, Ahmet Ateş, Fuat Yılmazer, Niyazi Bali, Mehmet Sevinç, Sibel Unur Özdemir, Durak Turan Düz, Arif Demirbaş, İbrahim Yaman, Ömer Ünal, Dudai, Fevzi Gökalp, Tuncer Ulusoy, Ali Taha Özaydın, Murat Duman, Erdoğan Pamuk, Nevzat Taşkıran, Hasan Yücel, Mehmet Selami Ertaş, Sadık Kılıç, Rıza Kara, Meral Otan, Müzeyyen Unur, Bayram Yelen, Salih Kozan ve Köksal Özenç de vardı. Mehmetçik, ana sevdası, çocukluk, kadınlar konularını içeren şiirlerin yanı sıra Anneler Günü olması nedeniyle “anne” temalı şiirler güne anlam kattı. Âşık Dündar, Âşık Mikail Azap’tan bir deyiş okuyarak sözü bestesi kendisine ait olan Hürü Ana şiirine sazıyla, sözüyle can verdi. Nevzat Taşkıran, Murat Duman ve Sebahattin Çoban da şiire değil şarkıya/türküye ses olan isimlerdendi. Bir cumartesi gününe daha anlam katan İLESAM imzalı sohbet ve dinleti yüreklerdeki yerini aldı. İLESAM Şiir Dinletilerimize şiire, sanata ve kültüre gönül veren herkesi- üyemiz olsun veya olmasın-bekliyoruz. Unutmayın! HABER METNİ: Sibel Unur Özdemir FOTOĞRAFLAR: Sibel Unur Özdemir-Orhan Vergili TÜRKİYE İLİM ve EDEBİYAT ESERİ SAHİPLERİ MESLEK BİRLİĞİ İLESAM GENEL MERKEZİ Adres : İzmir 1.Cad. No: 33/16 Aydın Apartmanı, Kat:4 Kızılay / ANKARA Tel : 0 312 419 49 38 Faks : 0 312 419 49 39 Web : www.ilesam.org.tr E-Posta : ilesam@ilesam.org.tr
İLESAM CUMARTESİ SOHBETLERİ ve ŞİİR DİNLETİSİ
(7 MAYIS 2016)
“Ermeni Meselesi ve Boğazlıyan Kaymakamı M. Kemal Bey”
Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği’nin çatısı altında edebiyatın, sanatın, kültürün ve aktüel konuların konuşulduğu, şiirlerin okunduğu bir Cumartesi etkinliği daha 7 Mayıs 2016 tarihinde gerçekleştirildi.
Program, İLESAM Genel Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız tarafından yapılan açılış konuşması ile başladı.
Parmaksız, İLESAM’ın Azerbaycan Yazıcılar Birliği ile 2015 yılında imzaladığı protokolden bahsederek ilki geçen yıl gerçekleştirilen “Mahnıdan-Şarkıya” isimli projenin bir parçası olan “Sevgi ve Aşk Şiirleri Antolojisi”nin hayata geçirileceği müjdesini verdi.
Yarışmaya katılan ve antolojide yayınlanmak üzere seçilen şiirlerin şairlerinin daha önce açıklandığını bildiren Mehmet Nuri Parmaksız, yapılan yarışmaya katılıp eleme sonucunda dereceye giremeyen ancak antoloji kitabında bulunmak isteyen İLESAM üyesi şairlerin şiirlerinin de antolojide yer alabileceğini, katılımın ücretsiz olduğunu belirtti.
İLESAM Genel Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız, antolojiye katılmak isteyen şairlerin “sevgi ve aşk” temalı şiirlerini 15 Haziran 2016 tarihine kadar İLESAM Genel Merkezi’ne (ilesamgenelmerkez@gmail.com mail) ulaştırmaları gerektiğini de sözlerine ekledi.
Parmaksız, “Azerbaycan halkı, Türk dünyası noktasında bizim tanınmış yazarlarımızı/şairlerimizi tanıyor. Nazım Hikmet’i, Necip Fazıl’ı tanıyorlar. Bizleri tanımıyorlar. Bizlerde İLESAM çatısı altındaki şairlerimizi/yazarlarımızı tanısınlar istiyoruz.
‘Sevgi ve Aşk Şiirleri Antolojisi’ Azerbaycan’da yayınlanacak. Ben, şahsen şiirlerin çevirisinin yapılmasından yana değilim. Çeviri olmaz ama bazı notlar konulabilir. Alfabe olarak değişecek harfler olabilir. Kitapta bazı şiirlerin tahlillerine de yer verilecek.
İLESAM Ansiklopedimiz yayına hazırlanıyor.
Dönemin son Cumartesi Sohbetleri ve Şiir Dinletileri programı 28 Mayıs’ta yapılacak.” diyerek konuşmasını yapmak üzere İhsan Kurt’u kürsüye davet etti.
Ermeni sorununu 1900’lü yıllardan önce ve 1900’lü yıllardan sonra olmak üzere iki açıdan incelemek gerektiğine vurgu yapan İhsan Kurt, 1579 yılında Sokollu Mehmet Paşa’nın ölümü ile başlayan Duraklama Devri, pusuda bekleyen Osmanlı düşmanlarına fırsat kapılarını açmıştır, diyerek konuşmasına başladı.
Sayın İhsan Kurt’a notlarını bizlerle paylaştığı için teşekkür ediyor ve notlarından oluşturduğumuz derlemeyi sizlerle paylaşıyoruz:
“1699 Karlofça Antlaşması’yla Osmanlı Devletinin gerileme ve çöküş dönemi başlamıştır. İlk büyük toprak kaybına sebep olan antlaşma da budur. Ayrıca bu tarih Rusya’nın Avrupa’da kendisinden söz ettirmeye başladığı tarihtir.
1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Osmanlı’nın yerini Rusya ve Avusturya almıştır. Sonra İngiltere, Fransa ve Almanya beşli grubu oluşmuş, Osmanlı bunlara bağlı bir hale gelmiştir.
1787 yılında Rus Çariçesi Katerine ile Avusturya İmparatoru II.Joseph, Kırım’da Kerson şehrinde buluşuyorlar ve Osmanlı Devletini taksim projelerini görüşmeye başlıyorlar.
İngiltere, Fransa, Avusturya-Macaristan ve Rusya, Balkanlar ve Anadolu’daki Türk varlığını kendileri için sürekli bir tehdit unsuru olarak gördüklerinden dolayı ŞARK MESELESİ (Doğu Sorunu) adı ile bir sorun yaratıp, bu konuyla ilişkin bir gündem oluşturmuşlardır.
Doğu Sorunu, terim olarak ilk defa 1815 yılında Viyana Kongresinde kullanılmıştır. Bu tabir ile Avrupalı büyük güçler ve Rusya arasında Osmanlı Devleti topraklarının paylaşılması amaçlanıyordu.
Batılı devletler amaçlarına ulaşmak için Osmanlı’nın bünyesinde yaşayan Hıristiyan milletleri bir araç olarak kullanmayı uygun bulmuşlardır. Bu araçlardan biri de ERMENİLER olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı arifesinde, Osmanlı Devletinin bütünüyle yok edilmesine yönelik olarak adı geçen devletlerin izlediği politikanın genel adına, Şark Meselesi deniyordu. Dolayısıyla ERMENİ SORUNU, Şark Meselesinin bir parçasını oluşturuyordu.
Bu tarihi gelişim içerisinde ERMENİ SORUNU da tohumları daha önce atılmakla birlikte Avrupa Meselesi olarak Berlin Kongresi (1878) ile gündeme getirilmiştir.
“Sadık Millet” (tebaa-yı sadıka) olarak tanımlanmış ve öyle kabul edilmiştir. Ancak bu durum Osmanlı’nın Duraklama döneminde ters dönmeye başlamıştır.
Ermeniler 1828-1829 / 1853-1856 / 1877-1878 (93 Harbi) tarihlerdeki Osmanlı-Rus Savaşlarında Ruslara her açıdan destek verdikleri yetmezmiş gibi, bu savaşlar sırasında binlerce Müslümanı da katletmişlerdir.
14 Eylül 1829 tarihinde Rusya ile yapılan Edirne Antlaşması ile Ahıska bölgesi Rusya’ya bırakılmış, Yunanistan ve Sırbistan’a özerklik verilmiş, Eflak ve Boğdan’ın özerkliği genişletilmiş. 1828-1828 Osmanlı Rus Savaşı ile Balkanlardaki Hıristiyan halkların bağımsızlıklarını kazanmalarının önü açılmış. Nitekim 1830 Şubatında Rusya, İngiltere ve Fransa arasındaki anlaşma sonunda Yunanistan bağımsızlığını kazanmış.
1830’lardan sonra iç işlerine karışmalar, Ermeniler lehine “ıslahatlar” yani düzenlemeler yapılması istenmeye başlanmış. Batılılar, Ermeni isteklerini yerine getirilmesi için baskılarını artırmışlardır. Bu gelişmeler üzerine 3 Kasım 1839 tarihinde Reşit Paşa “Gülhane Hattı Hümayunu’nu” okuyarak TANZİMAT FERMANInı ilan etmiştir. Ancak Türkiye’deki bu ilk büyük reform denemesi yine yabancı müdahaleler sebebiyle iflas etmiştir.
Kırım Savaşı’nın ardından Osmanlı Devleti 1856 yılında ISLAHAT FERMANI’nı yayınlanmıştır. Tanınan hakların arkasından Mart 1863 yılında ERMENİ TÜZÜĞÜ (Anayasası) yayınlandı. Bu durum Ermenilerin devlet içerisinde devlete sahip olmaları anlamına geliyordu. Bu tüzükten sonra Ermeniler tarafından gizli siyasi örgütler kurulmaya silahlı isyan ve eylemler görülmeye başlanmıştır.
13 Temmuz 1878 Berlin Antlaşması ile uluslararası bir soruna dönüşmüştür. Ermeni Sorunu, bu tarihten sonra Osmanlı Devleti üzerinde çıkar hesapları yapan İngiltere ve Rusya arasında Türkiye’ye karşı kullanılan bir konu haline gelmiştir.
Bu antlaşma ile Kıbrıs İngiltere’ye, Bosna-Hersek Avusturya-Macaristan’a bırakılmış; Ardahan, Batum ve Kars Rusya’da kalırken, Doğu Beyazıt Osmanlı’ya verilmiştir. Karadağ, Sırbistan ve Romanya bağımsızlıklarını kazandılar. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşına katılmayan İngiltere ve Avusturya-Macaristan tek kurşun atmadan toprak elde etmiştir. Berlin Antlaşmasının 61. Maddesi ile Ermenilere Islahat gündemde tutulmaya devam edilmiştir.1878 Berlin Antlaşmasından sonra Ermeniler Komiteler oluşturarak halkı isyana kalkışmaya zorlamışlardır.
Osmanlı’yı yağmalama, parçalama projeleri bu karışıklıklardan ve kopuşlardan sonra hızını artırmış, sonuçları görülmeye başlamıştır:1881’de Fransa Tunus’u almış, aynı yıl Teselya Yunanistan’a bırakılmış.1882’de İngiltere Mısır’ı işgal etmiş.1885’te Doğu Rumeli Bulgaristan’la birleşmiş.1897’de Osmanlı Girit’in bağımsızlığını tanıyor.
Bütün bu gelişmeler Ermenilerin büyük hayallere ve umutlara kapılmasına sebep oluyor, İSYANLARI başlatmak için hazırlıklar yapıyor ve isyanları başlatıyorlar.
Hınçaklar çalışmalarının merkezi olarak İstanbul’u seçmişler. Bafra, Merzifon, Amasya, Tokat, Yozgat, Arapkir, Trabzon gibi yörelere de örgüt elemanlarını yolluyorlar.
Taşnaklar (federasyon) 1892’de programlarında kullanacakları yöntemlerden bazılarını şöyle sıralamışlar; çeteler kurmak, her yola başvurarak halka ümit vermek, halkı silahlandırmak, komiteler kurmak, kavgayı teşvik etmek, devlet yetkililerini, muhbirleri, hainleri yıldırmak, insan ve silah nakliyatı için ulaştırmayı sağlamak, devlet kurumlarını yağmalamak ve harap etmek.
İhtilali gerçekleştirmek için en müsait zamanın Türkiye’nin harbe girdiği dönem olacağı düşünülmüş, Ermeni isyanları 1890’lı yıllarda hız kazanmıştır. 20 Haziran 1890 Erzurum olayı, 15 Temmuz 1890 Kumkapı olayı, Merzifon Amerikan Koleji Merkezli İsyanlar, 1894 Birinci Sasun İsyanı, 18 Eylül 1895 Babıali Gösterisi, Zeytun İsyanı 1890, 1896 Van İsyanı, Ağustos 1896 Osmanlı Bankası Baskını, 1896-1897 Muş Olayları ve İkinci Sasun İsyanı, Yıldız Suikastı, 1904-1905 Erzurum ve Bitlis Olayları, 14 Nisan 1909 Adana Olayları bunlardan bazılarıdır.
1800’lü yıllardan sonra Amerikalı misyonerlerin açtığı okullarda çıbanbaşı olmuşlardır.
Ermeniler, propagandayı etkili bir silah olarak kullanmayı Batılı güçler tarafından ve onların desteği ile öğrenmişlerdir. 19.yüzyılın ortalarında Batı basını Ermenilerin zor şartlar altında yaşadıklarını işleyerek kendi kamuoylarında Ermeni sempatisini uyandırmaya çalışmışlardır. Osmanlı’da Ermeniler ilk olarak bu sebeple kıpırdamaya başlamışlardır.
Ermeni devleti fikrini doğuran, Ermeni milleti değil, Ermeni Kilisesidir.
Genellikle Müslümanlığa ve Müslüman olduğu için de Türklere karşı işleyen bu din faktörü, Osmanlı Devletinde bir Ermeni sorunu çıkmasında en büyük rolü oynamıştır.
1900 sonrası Osmanlı’ya bakıldığında devlet yönetimindekiler çıkan isyanlarla, ayaklanmalarla baş edemediği görülüyor. (1901: Fransa Midilli’ye asker çıkarıyor. 1902: Makedonya İsyanı ortaya çıkıyor. Arap yarımadası kaynamaya başlıyor. 24 Temmuz 1908: İkinci Meşrutiyet bu gidişi durdurmak için ilan ediliyor. Ancak yıkılışı düzeltmek ve durdurmak imkânı bulunamıyor. 5 Ekim 1908: Avusturya, Bosna Hersek’i işgal ediyor, aynı gün Bulgaristan bağımsızlığını ilan ediyor.6 Ekim 1908: Yunanistan Girit’i alıyor. 17 Aralık 1908: İkinci Meşrutiyet’in ilk meclisi bu hava içerisinde açılıyor.13 Nisan 1909: Meşrutiyeti kaldırmaya yönelik 31 Mart Vakası çıkıyor.14 Nisan 1909 Adana’da Ermenilerle Müslümanlar birbirlerine giriyorlar ve ERMENİ SORUNUNUN BU KANLI OLAYI ile birlikte bütün yurda yayılan, yurdu saran ERMENİ OLAYLARI daha hız kazanmış olarak başlatılıyor.)
28 Haziran 1914 Avusturya-Macaristan Veliahdı Ferdinand, Bosna’da bir suikasta kurban gidiyor. Böylece 1.Dünya Savaşına giden yola giriliyor. Osmanlı 1 Kasım 1914 günü savaşa dâhil oluyor.
Taşnak Komitesi 1914 Haziran’ında Erzurum’da bir kongre toplar. Doğu vilayetleri için Rusya ile anlaşmaya varır.
Osmanlı 3 Ağustos’ta seferberlik ilan ettiğinde topraklarının hem sınırlarında hem de içinde olaylar kaynıyordu.
Osmanlı Hükümeti yaşanan olaylar sonucunda TEHCİR KARARI almak zorunda kalmıştır. Tehcir, hicret, göç ettirme anlamındadır. Batı’da anlamlandırıldığı gibi “mecburi ikamet, sürgün edilmek” anlamında değildir. Tehcir kararındaki belgelerde de, metnin içinde “tehcir” kelimesi geçmemekte “diğer mahallere sevk ve iskân”, “tayin ve tahsis edilen mahallere nakil ve iskân” ibareleri kullanılmaktadır.
Tehcir kararı alınıp (26 Mayıs 1915) uygulamaya başlanınca Ermenilerin terörist faaliyetleri durmamıştır. Bu durum tehcir uygulamasının daha geniş bir bölgeye yayılmasını zorunlu hale getirmiştir.
23 Temmuz 1915 Boğazlıyan, 1 Ağustos 1915 Fındıkçı (Maraş), 9 Ağustos 1915’te Urfa’nın Germüş köyünde, 14 Eylül 1915 Antakya (Musa Dağı), 29 Eylül 1915’te Urfa’nın içinde, 7 Şubat 1916’da İslahiye’de, 4 Nisan 1916’da Akdağmadeni’nde, 9 Nisan 1916’da Tosya’da ve yurdun daha birçok yerinde isyanlar devam etmiştir.
Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni 1923’te Parti Konferansına sunduğu raporda TEHCİRİ olumlu karşılamış ve “Tehcir kararı amacına uygundu.” demiştir.
Ancak 30 Ekim 1918 Mütareke ve suçlu avı başlatılmıştır. Batılı güçler memnun olsun diye idamlar, cezalar, hatta sürgünler devam etmiştir.
Kurban verilenlerden biri de BOĞAZLIYAN KAYMAKAMI M.KEMAL BEY’dir.
1 Mart 1884 tarihinde babasının görev yaptığı Beyrut’ta doğmuştur.
24 Temmuz 1908: Mektebi Mülkiyeyi Şahane’den pekiyi derece ile mezun olmuş
Altıncı görev yeri Boğazlıyan
11 Haziran 1915’te göreve başlamış. Yozgat Mutasarrıflığı dahil yaklaşık 10 ay kadar süren görevi 23 Nisan 1916 tarihinde sona ermiştir.
Kemal Bey, görev yaptığı yıllarda;
*Ordusu arkadan hançerlenir
*Halkı içeriden ihanete ve zulümlere uğrar
*İçeriden ermeni komitecileri, İngiliz sevdalıları, dışarıdan emperyalist güçler
*“yazar” ya da “gazeteci” kimlikli yerli işbirlikçiler,
*Nemrut Mustafa gibi bazı yöneticiler ve idareciler
* Öyle ki bunlar “adalet müsteşarı” olarak, “mahkeme başkanı” olarak kinlerini Kemal Bey ile bilemişlerdir. Bunları iftiralarla, şantajlarla, yalancı şahitler kiralayarak, hainlikle beslemişler, adını da “mahkeme” koymuşlar.
TUTUKLAMALAR, YARGILAMALAR
Kemal Bey İzmit’te görevdeyken 8 Ocak 1917 tarihinde eski görev yeri Boğazlıyan Kaymakamlığı yaptığı dönemde ihmali görüldüğü gerekçesiyle Yargılanma kararı verilir. Buradan beraat eder.
İngiliz destekli ermeni propagandaları neticesinde Aralık 1918’de tekrar tutuklanır. Bekirağa Bölüğü’ne hapsedilir.
*Yargılanması Dünya tarihinde görülmeyen ibret alınacak bir olaydır. Çünkü;
-Daha mahkeme kurulmadan sonuç bellidir.
-Emperyalistleri, işgalci güçleri memnun edecek bir kurban gerekmektedir.
-Sözde mahkeme heyeti, sözde yargılama 5 Şubat 1919’da başlar
-Gazete ilanları ile yalancı şahitler bulunur
-Savunma avukatlarına pek söz verilmesi istenmez
-Duruşmalar iki safhada 19 duruşma ile 7 Nisan 1919’da son bulur.
10 Nisan 1919’da Beyazıt Meydanında idam edilir.
İş işten geçmiştir ama sonunda tarih yaptıklarıyla hak etmiş olduğu adı mahkeme başkanına vermiş ve ona “Nemrut” demiştir. Çünkü o Kemal Bey’e musallat olmuştu. Aslında bir “Kemal” rahatsızlığı vardı Nemrut’un. İleride milli mücadeleyi fiilen başlatan Mustafa Kemal ve arkadaşlarına gıyaplarında “idam” kararını imzalayan el de bu Nemrut’un eliydi.
Suçluların, iftiracıların bağırarak, yalanlarına yalan ekleyerek suçsuzu, mazlumu susturduğu sözde mahkemeler de Kemal Bey’in kaderini belirlemek istemiştir. Maalesef bunlar sonunda da başarılı olmuşlar; idam hükmünün verilmesine, onaylanmasına ve yerine getirilmesine büyük alkışlar tutmuşlardır. Fakat bugün tarih onları, Kemal Bey’i ipe götüren avanelerini hiç de “iyi” anmamaktadır, anmayacaktır da…
Kemal Bey’in cenazesinde halkın göstermiş olduğu tepki sadece işbirlikçileri, yaranma zihniyetini değil, işgal güçlerinin de gözlerini korkutmuş, yüreklerini ağızlarına getirmiştir. O, dünyasını değiştirirken bile bir kıvılcımın, milli mücadele ateşinin kıvılcımını yakarak da milletine hizmet etmiştir.
Kemal Bey’in çok iyi bilinmesi gerekir. Çünkü Kemal Bey’in bilinmesi; Osmanlı’nın son dönemini, onu parçalama gayretlerini, ihanet şebekelerinin hücumlarını, 1.Dünya savaşının girdaplarını, milli mücadelenin ne gibi zorluklar ve şartlar içinde başladığını bilmek demektir. Dünden bugüne arzuları, zihniyetleri hiç değişmeyen, sadece projelerindeki yöntemlerini değiştiren emperyalistleri çok iyi anlamak demektir.
Sonuç olarak; Osmanlı Devletini parçalamak için büyük güçler tarafından uygulamaya konulan Ermeni merkezli politikalar ile günümüzde hem Türkiye’yi zayıflatmak hem de uluslararası alanda zor durumda bırakarak kendi politikalarını uygulamak için denenen yöntemlerin, sanki bir karbon kâğıdının ikinci kopyası kadar birbirine benzediği dikkat çekmektedir… Bu karbon kâğıdı siyaseti, bin yıldır aynı topraklarda yaşayan ve kültürel değerleri birbirleriyle çok kaynaşan halkları, yapay oluşumlarla kendi ulusal çıkarları için, her şeyi mubah gören bir anlayışla birbirine düşürerek ayırmaya çalışan küresel aktörlerin başarısız olmaları için tarihten dersler çıkarılması gerekir.”
Konuşmasının akabinde kendisine yöneltilen soruları da cevaplayan İhsan Kurt’a katılımlarından dolayı Durak Turan Düz tarafından bir “Teşekkür Belgesi” takdim edildi.
Etkinliğin ikinci yarısını oluşturan Şiir Dinletisi Durak Turan Düz tarafından sunuldu.
Programa katılan isimler arasında Ali Kemal Parıldar, Merih Baran, Hanifi Işık, Sebahattin Çoban, Sevinç Doğancan Güven, Elifçe, İhsan Hökelekli, Selahettin Dündar, Hayrettin Gültekin, Bekir Yeğnidemir, Orhan Vergili, Prof. Dr. Halil Tekin, Cahit Kıraç, Nazmi Şimşek, Kemal Türk, Ahmet Ateş, Fuat Yılmazer, Niyazi Bali, Mehmet Sevinç, Sibel Unur Özdemir, Durak Turan Düz, Arif Demirbaş, İbrahim Yaman, Ömer Ünal, Dudai, Fevzi Gökalp, Tuncer Ulusoy, Ali Taha Özaydın, Murat Duman, Erdoğan Pamuk, Nevzat Taşkıran, Hasan Yücel, Mehmet Selami Ertaş, Sadık Kılıç, Rıza Kara, Meral Otan, Müzeyyen Unur, Bayram Yelen, Salih Kozan ve Köksal Özenç de vardı.
Mehmetçik, ana sevdası, çocukluk, kadınlar konularını içeren şiirlerin yanı sıra Anneler Günü olması nedeniyle “anne” temalı şiirler güne anlam kattı. Âşık Dündar, Âşık Mikail Azap’tan bir deyiş okuyarak sözü bestesi kendisine ait olan Hürü Ana şiirine sazıyla, sözüyle can verdi. Nevzat Taşkıran, Murat Duman ve Sebahattin Çoban da şiire değil şarkıya/türküye ses olan isimlerdendi.
Bir cumartesi gününe daha anlam katan İLESAM imzalı sohbet ve dinleti yüreklerdeki yerini aldı.
İLESAM Şiir Dinletilerimize şiire, sanata ve kültüre gönül veren herkesi- üyemiz olsun veya olmasın-bekliyoruz. Unutmayın!
HABER METNİ: Sibel Unur Özdemir
FOTOĞRAFLAR: Sibel Unur Özdemir-Orhan Vergili
TÜRKİYE İLİM ve EDEBİYAT ESERİ SAHİPLERİ MESLEK BİRLİĞİ
İLESAM GENEL MERKEZİ
Adres
:
İzmir 1.Cad. No: 33/16 Aydın Apartmanı, Kat:4 Kızılay / ANKARA
Tel
0 312 419 49 38
Faks
0 312 419 49 39
Web
www.ilesam.org.tr
E-Posta
ilesam@ilesam.org.tr
Adınız Soyadınız
Girilecek rakam : 854784
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.