“Musiki Edebiyatı” İLESAM CUMARTESİ SOHBETLERİ ve ŞİİR DİNLETİSİ (12 Kasım 2016)

 / ETKİNLİKLERİMİZ

İLESAM CUMARTESİ SOHBETLERİ ve ŞİİR DİNLETİSİ

(12 Kasım 2016)


“Musiki Edebiyatı”

Edebiyatın, sanatın, kültürün ve aktüel konuların konuşulduğu, şiirlerin okunduğu etkinliklerine devam eden Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliğinin Cumartesi toplantılarından biri daha 12 Kasım 2016 tarihinde İLESAM Kültür Evi’nde gerçekleştirildi.

İLESAM Genel Başkan Yardımcısı İlter Yeşilay’ın yaptığı açılış konuşmasıyla başlayan program,  Bekir Aksoy’un “Musiki Edebiyatı” konusunu anlatması ile devam etti. 

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, oturuyor, oturma odası ve iç mekan

(*) Sayın Bekir Aksoy’un bizlerle paylaştığı konuşma metninden derlediğimiz bölümü sizlerle paylaşıyoruz:

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, ayakta ve iç mekan

“İnsan düşüncesinin ürünü olduğu kadar duygusal bir deşarj yolu da olan müzik, oluşturulduğu ortamla, çağın dünya görüşü ile kısaca insan yaşamı ve toplumla, bütün diğer sanatlar gibi sıkıca bağlıdır. Müzik yoluyla bir yandan günlük yaşamın üstüne çıkıp güç kazanırken, bir yandan da birlikte yaşamanın kurallarını öğreniriz.

İnsana, bütün sanatlardan daha büyük bir kolaylık ve etkileme gücüyle ulaşan müziği “seslerle düşünme, sesler aracılığı ile yaşamı duyumsama ve geliştirme yolunda insan gerçeğinin, bütün ilişkileri içinde, araştırılması ve aktarılması sanatı” olarak tanımlayabiliriz. Bu arayışta en çarpıcı amaç, insanı korumaktır. Bu koruma işlevi anında somut olarak görülen ve hemen kavranabilen bir özellik değildir.

Müzik, aynı zamanda matematiksel bir mantık, disiplin, zamanı kullanma, susma, dialog kurma, hareket etme ve ilişkiler sanatıdır.

Yalnızca sınırlı bir bölümünü sesler ve gürültüler halinde kavrayabildiğimiz titreşimler, doğanın en belirgin kanıtıdır. Normal yapıda her insan, işitme ve müzikle ilgili yeteneklerden kendi payına düşeni almış olarak doğar. Müziği, varlığına, aldığı eğitime, ırkına, yaşadığı çağa göre üretir.

Müzik malzemesi, insan doğmadan milyonlarca yıl önce hazırdı. Çünkü doğa, sonsuz bir “sesli malzeme”dir. Gök gürültüsü, yer kayması, yer sarsıntısı, suyun akışı ve çalkantısı, havanın dar boğazlardaki hareketi gibi olaylar, doğadaki sayısız sesler ve titreşimlerden sadece küçük bir bölümünü oluşturur.

Kapalı ilkel toplumların incelenmesi yoluyla ilk insanların müzik eğilimleri ve üretimleri hakkında yaklaşık bilgiler edinilebilmektedir. Bu, geçmişin örtüsünü kaldırmanın bir yoludur ve oldukça güvenilir bir yöntemdir. İlk insanlar gök gürültüsünde doğaüstü güçlerin simgesini, fırtınanın uğultusunda kötü ruhların sesini, denizin sakin görüntüsünde ya da patlamasında tanrıların iyiliğini ya da öfkesini buluyorlardı. Yankı bir çeşit kehanet, vahşi hayvanların sesleri bilinmeyenin habercisi olarak algılanıyordu. Böylece, insanlığın başlangıcında din ve müzik birbirine karıştı. Kısıtlı bir sözcük dağarcığına sahip olan ilk çağlarda yaşayan insanlar gördüklerini adlandırıyordu. Duygularını, içgüdülerini ve kutsal güçlere inancını anlatmak için hemen o anda kendiliğinden düzenleniveren seslerden yararlanıyordu.

Giderek müzik, ninni ya da matem şarkısında olsun veya büyüyle karışmış bir törende olsun, ilk çağların insanının, bütün ihtiyaçlarına cevap verecek biçimde ve her alanda varlığına sıkıca girdi. Günümüze ulaşan bilgiler ile kapalı toplumların yaşamları incelendiğinde ilk insanların, hançeresinden taklit yoluyla kuş seslerine benzer tiz sesler, vahşi hayvan homurtuları gibi pes sesler çıkardığı ve bunları doğa karşısında güçlü olmak için kullandığı varsayılmaktadır.

İlkel insandan kavim yaşamına geçildikten sonra, müzik toplumsal yaşama da girdi. Her toplum kendi yaşam biçimine, değerlerine, inanç ve törelerine uygun müzik üretti. Kendi çalgılarını, ezgilerini, ritmlerini oluşturdu.Böylece çok kısa bir şekilde müziğin tarifi ve oluşumuna değindikten sonra şimdi de kendi müziğimizin tarihini tanımaya çalışalım.

TÜRK MÜZİĞİNİN GELİŞİMİ

Gerek Sümerlerde, gerek Hititlerde temel çalgıların davul ve zurna olduğu taşlar üzerine yapılmış kabartmalarda görülmektedir. Davul ve zurna, bugün de Türk köylüsünün çalgısıdır. Bu konuda Türk Kültür Tarihi üzerine inceleme yapmış birçok araştırmacılarımız şöyle söylemektedir:

"Türk Halkının felsefesine inmek gerekir. Davul ve zurna birer meydan sazı idiler. Meydan ise, halkın istekle ve koşarak geldiği, şen ve şenlik içinde yaşadığı bir yerdir. Böylece davul ve zurna, halkı birbiri ile kaynaştıran, birlik beraberlik ve dayanışma içinde halkı hazırlayan, halkı müşterek istek ve dileklere yönelten, kutlu bir alet ve aracı rolünü yüklenmektedir."

Türk Milleti dünyanın en eski milletlerinden biridir. Müziğinin de kendisi kadar eski olması gerekir.

Ancak notasızlıktan yani okuma yazma bilmemekten dolayı, pek çok müzik eseri maalesef unutulmuştur.

1940 larda basılan çeşitli mecmualar 400-450 yıl öncesi yani 1490-1540 yıllarında çeşitli müsiki sözlerinden bahsetmektedir. Yani Fatih Sultan Mehmet devri ile Kanuni Sultan devrinin ortasıdır.

Bu devirlerden önceki bazı padişahlar döneminde Edvar denen müzik teorileri ile ilgili kitaplar yazılmışsa da, bunlar nota değildir.

Oysa Türk Milletinin, şimdilik bilinen ve M.Ö. 2000'lere kadar uzanan bir tarihi vardır. Bu dönemlere ait yazılı notalarımız olmadığı için, o zamanki müziğimiz bilinmemektedir.

Bundan dolayı Osmanlı Devleti'nin 17. yüzyıldan sonraki dönemlerinde , müziğimizin nota ile tespit edilmesi için, Ebced notası, Ali Ufki'nin (1610-1685), Osman Dede'nin (1652-1730), Kantemir'in (1673-1723) ve Hamparsum'un (1768-1839) notaları kullanılmışsa da, kayıplar önlememiştir.

Bu çağda bile, bazı koleksiyoncular bu kültürün üstüne yatmakta ve ellerindeki eserleri yayınlatmamaktadırlar. Osmanlı İmparatorluğu'nun yöneticileri, 17.yüzyılın sonundan (1699) itibaren, devletin gerilediğinin farkına vararak bunları gidermeye yönelmişlerdir. III.Selim (1761-1808) zamanında ilk defa yabancı ülkelere elçiler gönderilmiştir. Elçiler, bulunduğu devletin gücü ile ilgili raporlar göndermekle görevlidirler. Şüphesiz yabancı ülkelerin kültür hayatı ile ilgili raporlar da göndermişlerdir. III. Selim gibi aydın kafalı ve ileri görüşlü bir padişah zamanında, Dede Efendi ile Bethoven'in birbirlerini tanımamış olmaları insanlık için büyük bir kayıptır, tanışmış olsalardı şüphesiz müzik dünyası çok şey kazanırdı.

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, iç mekan

MUSİKİMİZİN GELİŞME ALANLARI

Türk müziği, Türkler’in Orta Asya’dan beri geliştirdikleri, bugünkü özellikleri Selçuklu ve Osmanlı döneminde barizleşen musiki, Osmanlı döneminde halk ve üst kültür etraflarında birbiriyle ilişkili, lakin karakterleri değişik iki ana dal olarak gelişmiştir. Osmanlı’nın son zamanındaki çağdaşlaşma hareketleriyle batı tesiri görülmeye başlanmış, bu tesir Cumhuriyet döneminde daha da artmıştır. 

GELENEKSEL TÜRK MÜZİĞİ

Geleneksel Türk müziği, Osmanlı döneminde halk ve üst kültür etrafında gelişen olmak üzere ikiye ayrılır. Ananesel olarak Türk müziği çeşitli ortamlarda şöyle belirir:

Şehirlerde, saray etrafında ve konaklarda,

Kâr, beste, semai, şarkı

Camilerde,

Ezan, dua, sela, tekbir, temcit, münacaat, mevlid

Dergâhlarda,

Naat, ayin, durak, ilahi, soluk, niyaz

Köylerde,

Türkü, bozlak, uzun hava, zeybek, oyun havası

Hudut boylarında,

Serhat türküsü

Kışlalarda,

Mehter müziği

Halk müziği ve “klasik” Türk müziği arasında çok ehemmiyetli bir bağ vardır. Nitekim türkülerin pek çoğunda klasik musiki makamları kullanılmıştır. Aynı şekilde, türkü, köçekçe, oyun havası, sirto, vb. halk musikisi formları da klasik Türk musikisinde kullanılmıştır. İsmail Dede Efendi, Şakir Ağa, Şevki Bey gibi büyük klasik musiki bestekârlarının hemen hepsinin halk musikisi formlarını kullandıkları gözlemlenir.

Kısaca birde halk edebiyatının hece vezni ile ortaya konan, halk şiirlerinden gerek musikide ve gerekse edebi durumlarda yaygın olarak kullanılan nazım şekil ve türlerini şöyle tarif edebiliriz.

A-Nazım şekilleri olarak: Mani, koşma, destan,

B-Nazım türleri olarak

1-Ezgi ağırlıklı türler; a)Türkü, b)Varsağı, c)Semai, d)Koşma,

2-Konu ağırlıklı türler; a)Koçaklama, b)Taşlama, c)Güzelleme, d)Destan, f)İlahi, g)Devriye, h)Nutuk, i)Şathiyye

3-Ezgi ve konu ağırlığı aynı yoğunlukta olan türler; a)Ninni, b)Ağıt, c)Mani,

Halk şiirinin hece vezni ile ortaya konulan bütün bu türlerinin tek ve standart bir ezgisi yoktur. Bu şiirlerin tamamı ezgi eşliğinde söylenmekle birlikte, ezgiler mısraların hece sayısına, şiirin konusuna, mahalli veya güçlü aşıklarda ve mahalli sanatlarda karşımıza çıkan şahsi özelliklere göre değişmektedir.

Musiki Edebiyatı konumuza gelince ilk bakışta sadece güftenin, yani şarkı sözünün açıklanması şeklinde anlaşılsa dahi, yalnız bu bile pek çok şeyi anlayıp açıklamayı icap ettirir. Başta tabi ki güftenin sıhhati gelir. Tanınmamış şairlerin şiirlerinin doğru olup olmadığının kontrolünün zorluğu bir tarafa, hatta çoğu zaman meşhur şairlerin bestelenmiş eserlerinin bile çok yanlış aktarıldığı görülen bir vakadır. Bunların bazıları için prozodi problemi vardır dense de, maalesef pek çoğunun sebebi musikimizin eksik bilinmesindendir. Öte yandan güfte ile bestekârın hayat çizgisi arasındaki münasebet, şarkıların hikâyeleri, bu hikâyelere konu olan sebepler, şarkı ve türkülerdeki sosyal ve ferdi izler, folklorik malzemenin sebep ve yansımaları, şarkı ve türkülerdeki dini uzantılar, bu arada ayet ve hadislerle, mucize, keramet, efsanevi hadiselerin ve kahramanların güfteye etkisi, kıssalar, şarkı sözlerinde geçen yer isimleri sebebiyle coğrafya, olaylar sebebiyle tarih ve burada aklımıza gelmeyen bir sürü konu ve pek çok şey “Musiki Edebiyatı” sözü içinde kavramını bulmaktadır.

Edebiyat ve musiki ayrı, ayrı görünseler bile daima birbirleriyle ilgisini hiçbir zaman ve hiçbir devirde yitirmemiş iki sanat dalı olagelmişlerdir. Bunlardan edebiyat, sözle yapılan dile ait bir sanattır. Yazılı ve sözlü olmak üzere ikiye ayrılır. Ama hem yazılı ve hem de sözlü edebiyatın malzemesi dildir. Buradaki dilden kastımız her milletin kendine has dilidir. Dilin hususi ve sanatlı kullanımı da edebiyatı ortaya çıkarır. Dilin en küçük malzemesi ise sestir. Musiki de bir sanattır, nota ile yapılan bir sanat olup onun da temeli sese dayanır.

En eski toplumlardan bu yana edebiyatla musiki ve raks daima yanyana oluşa gelmiştir. Eski Yunanda şairler şiirlerini “lir”adı verilen sazlarla okuyorlardı. Bugün bile sanat değeri yüksek şiirlere lirik şiir denmesi bu yüzdendir ve lirik lire ait,lirle ilgili anlamlarına gelir. Eski Türklerde de şiir söyleyip, destanlar okuyan ozan, baksı, oyun, kam, şaman vb. adlar almış şairler aynı zamanda müzisyenlik de yapıyorlar, şiirlerini kopuz denen sazlarla çalıp raks ediyorlardı. Bugün ki âşıklık geleneğinde şiirin yanındaki saz, aslında bu geleneğin devamıdır. Bizde de bir ara lirik şiire “rebabi şiir” denmesi de musiki ile edebiyatın bu ilgisini göstermek bakımından dikkate değer bir konudur.

İlk lirik ürünlerin destanlar olduğu, destanların da manzum olarak çalınıp söylendiği bilindiğinden, nazmın edebiyatta bir önceliği vardır diyebiliriz. Eskiler nazmı “manzum ve mukaffa söz” diye tarif ediyorlardı. Bu da “ölçülü ve kafiyeli söz “demektir. Bu tarif içindeki veznin hece veya aruz olması gerekmektedir. Kafiye de, bugün daha çok mısraların sonunda veya ortasında, eski Türk şiirlerinde olduğu gibi bazen de başında bulunan ses veya sesler benzerliğinin adıdır.

Musiki edebiyatı konumuzun iki temel unsuru olan edebiyat ve musiki ile ilgili diğer konulara da bir göz atalım. Bir şiiri biz içimizden pekâlâ sessizde okuyabiliriz. Ama içimizden de okusak gerçek bir şiir, zihnimizde tat bırakır. Bu, onun güzelliğini meydana getiren ahenkli unsurların bütünüyle ilgilidir ve tabii ki bu unsurlar, söz ve anlam diye ikiye ayrılırlar. Söz kısmı ahengi meydana getirirken, anlam unsuru da çağrışımlar yaparak, zihni lezzetlere kapı açar. Şiirde ahenk unsuru ile anlam münasebeti çok tartışılmış, bazıları anlamı, bazıları ahengi ön plana almış: fakat ahenk unsuru hiçbir zaman bütünüyle reddedilememiştir. Hatta ahengi, şiirin esas unsuru sayanlar daha çok olmuştur. Şiirin sessizde olsa okunmasıyla ruhumuzda bıraktığı ahenk münasebetiyle sessiz bir şarkı olmasına karşılık, musikide mutlaka ses vardır, fakat illa da söz olacak denilemez. Başka bir ifade ile şiir yahut edebiyat, kulaktan çok zihne hitap ederken, musiki öncelikle ve çoğunlukla kulağa hitap etmektedir. Hiç söz bulunmayan musiki eserleri batıda ve bizde hayli yekûn tutar. Musikinin sözlü ve sazlı diye iki bölümde ele alınması da bundan dolayıdır.

Beste ve güfte münasebetleri açısından bir esere yaklaştığımız zaman güzel bestelerin güfteyi gölgelemesi endişesi de ayrı bir konudur. Bundan dolayı genellikle bizim klasik musikimizin ustaları, basit güfteler kullanmış, buna karşılık çok melodili eserler yazmaya önem vermişlerdir. Ayrıca güftenin besteyi dikkatten kaçıracak şekilde ön plana geçmesi tehlikesi büyük kompozitörleri enstrümental eserler yapmaya sevketmiştir. Daha çok insan sesine dayanan Türk musikisinde ise, melodinin tesirini gölgeleyen güzel bir güfte, her zaman bestekârın aleyhine olmuştur. Buna mukabil zayıf bir beste için de şiir adeta kurtarıcı bir unsurdur. Bu yüzden klasiklerimizin büyük ustaları, eserlerinde basit ve tekrarlanan mısraları, manasız terennümleri kullanmak suretiyle, sanatlarının bütün ağırlığını melodi üzerinde yoğunlaştırmışlardır.

Ancak bizim konumuz ne yalnızca musiki, ne de yalnızca edebiyattır. Bizi ilgilendiren musiki edebiyatıdır. Yukarda kısaca işaret edildiği gibi musiki edebiyatının ilk ürünleri destanlardır. Destanlar milletin yaşayış felsefesinin çekirdeğini taşıyan lirik manzum eserlerdir. Bütün milleti ilgilendiren çok büyük sevinç, keder, zafer veya yenilgilerin dile getirildiği sözlü edebiyat dönemi ürünleri, aynı zamanda belli bir ahenkle çalınıp söylendikleri için de ilk musiki edebiyatı meyveleridir.

Türklerde edebiyat ve musikinin bir arada icra edildiği diğer yerlerse dini törenler demek olan toylar, şölenlerle, ölenlerin ardından düzenlenen yuğlardır. Zamanımızda mevlit merasimleri de aynı özellikleri taşımaktadır. Mevlidin bahirleri ve aralarda okunan aşrı şerifler ve ilahilerde belli bir makam üzere okunmakta olup zamanımızdaki musiki edebiyatının en belirgin örneklerinden birini teşkil etmektedir.

Hem şarkıların ve hem de türkülerin ve de edebiyatımızın vazgeçilmez unsurlarından biri olan mazmun'lar kalıplaşmış mecazlardır. Ahmet Kabaklı mazmunu “Bir sözün, mısraın, nüktenin veya beytin içine hünerle yerleştirilen özel manaya denir.” diye tarif ediyor.

Birazda şiirlerimizin müzikal yapısından ve dış ahenkten bahsedelim. Dış ahengin üç önemli aracı olan, vezinler, kafiyeler ve fonetik öğelerine sırasıyla kısaca temas etmeye çalışalım.

Hepimizin malumu şiirler ya aruz veya hece vezniyle yazılır. Şiir hangisiyle yazılırsa yazılsın müzikalitesi olması için musikiye uygunluğu ön plana çıkmalıdır. Musikide önemli unsurlar olan senkopların, durakların, hareket ve nüansların oluşabilmesi için besteleme anında bu duyguları kazandırmanın temel öğelerinden birisi vezinlerdir. Vezinlerin güçlü ve besteye uygun olması gerekir.Şiir musiki ile birlikte birbirlerinin tamamlayıcısı kabul edilir.Bir musiki aleti olmaksızın ilmi anlamda bir musikinin icrası yapılamıyacağı gibi,ya da eksik kalacağı gibi,aletleri vezin ve kafiyeler olan şiir için de aynı varsayım geçerlidir..Öte yandan aruzun olağan şeylere dahi kazandırdığı ahengin rolü düşünülürse,musikideki rolüde o önemde kıymetlidir.Diğer yandan hece vezninde kıvraklık ve akıcılıkta musikide önemli bir yer tutar.

ŞİİR NASIL BESTELENİR?

Dinlediğimiz şarkıların birçoğu şiirlerin altyapıları ile birlikte parçaya dönüştürülmesinden oluşmaktadır. Sanatsal bir söylem barındıran şiirler, belirli ezgilerle seslendirildiklerinde kulağa hoş gelen, ritim duygularıyla bezenmiş ahenkli bir yapıda şarkıya dönüşür. Peki bu noktada “şiiri bestelenecek şekilde mi yazmalıyız, yoksa besteleri yaptıktan sonra mı şiiri kaleme almalıyız?” Aslında fazla karmaşık olmayan bu konuda tamamen ilham perilerimiz hâkim. Yani bestenin üzerine de sözler sonrada yerleşip gerçekten dinlenilebilir bir eser ortaya konabilir. Ama genelde, bestelenmek üzere yazılan şiirler, daha kısa sürede ezgilere ayak uydurabildiği için (hem hece yapısı, hem de sözlerin taslak olarak düşünülen müziğin türüne göre) müzisyenler için tercih sebebidir.

Aslında bunun kesin bir belirleyici kriteri yoktur. Çünkü sanat, yani bir eseri belirli yeteneklerle oluşturma işinin herhangi bir kıstası yoktur. Sadece belirli şeyleri, belirli daireler adı altında; resim, müzik vb. şekillerde nitelendirmişiz. İçinde herhangi bir söz bulunmayan enstrümantal bestelerin olduğu gibi, herhangi bir müzik aleti kullanılmadan yapılan şarkılarda mevcuttur. Ama olmazsa olmaz bir durum vardır ki, şiirler okunurken belirli tonlamalar ve vurgular içerir. Kısacası, besteler tek başına var olsalar bile, şiirler kâğıt üzerinde barınmaktan sıkılıp insanlara kendini duyurmak istediğinde, herhangi bir müzik aleti olmasa bile ezgiler devreye girer. Onu yorumlayan insanın ruh haline ve kelimelerin hitap gücüne göre, seslendirecek olan kişi belirli noktaları kendisinde önemli kılar ve şiiri icra eder. Peki, elimizde bir şiir var ve bunu bestelemek istiyoruz, ilk önce yapmamız gerekenler nelerdir?

1-) Şiir nasıl bir yapıda oluşturulmuş, hece ölçüsü kurallı mı?

Kurallı bir yapıda oluşturulmuş ve hece ölçüleri her dize için uygun olan şiirlerin bestelenmesi daha rahattır. Çünkü şarkılar metronom yani belirli bir ritim ölçüsü üzerine kurulurlar. Hece ölçüsü ve birimi sabit olan şiirlerde ise bu kılıfa uydurma işi daha rahat yapıldığından, şarkı daha rahat oluşturulabilir.

2-) Kafiye şeması ne şekilde, kulağa hoş gelen söz sanatları mevcut mu?

Şarkılar dinleyicileri tarafından gerek müzikleri, gerek sözleri için dinlenilirler. Çünkü bu iki unsurdan birisi onlarda duygu çağrışımı yapmaktadır. Her ikisinin de kuvvetli olduğu parçalar daha çok büyük bir kitleye hitap eder. İçerisinde söz sanatları, kelime oyunları, kafiye barındıran şiirler ise, hem nakarat hem de parça girizgahları için önem göstermektedir. Bestekâr için daha rahat bir eser oluşturma ortamı oluşur.

3-) Duygu birlikteliği mevcut mu?

Bazı şiirlerin kıtaları arasında tema birlikteliği olsa bile, küçük dairede konu birlikteliği olmayabilir. İşte bu noktada yavaş bir trafiğe sahip olan parçada, gümbür gümbür şekilde bir ezgi, istenilen duyguyu dinleyicilere yansıtmaz. Bu nedenle şiirin, konusunun ve temasının iyi şekilde her noktasında anlaşılabilir olması önemlidir. Yani radyo dinleyicilerinin şarkının bir noktasında o kanalı açıp dinlediklerinde bile, özelden genele varım gibi, şarkıdaki duyguyu anlayabilmesi temel esastır.

4-) Hayal gücünüz ne kadar geniş?

İşte olayın koptuğu nokta burası. Her şiir farklı bir insan tarafından farklı ezgilerle bütünleşebilir. İnsanoğlunun zekâsı, her bireyde farklılık gösterir. En azından ortaya sunduğu ürünlerdeki farklılıklardan bu az çok belli olur. Aynı şiiri siz dünyanın dört bir yanında farklı insanlara verdiğinizde, bulunduğu kültür, köken ve ezgi zenginliğine göre alacağınız sonuç farklı olacaktır. Bu nedenle işin rengini değiştiren ana nokta, hayal gücünüzdür. Kelimelere, şarkının trafiğine yön verecek olan temel sesler (kısacası nota birlikteliğinde oluşan armonik akorlar) sizin hissettiğiniz, daha da önemlisi hissettirmek istediğiniz duyguyu kuvvetlendirecektir. Siz şiiri ön plana çıkartıp, besteyle onu daha rahat sunabilirsiniz. Kimi parçalarda ise bu tam tersi şekildedir. Kısacası, hayal gücünüz ve ilham periniz doğrultusunda, bu olay herkese göre değişiklik göstermektedir. En önemlisi bestelenen eserin sunumunda zaman zaman her iki unsurun ön plana çıkarak eseri dinleyenlere değişik hazlar sunarak eserin bütünlüğünde hem beste ve hem de güfte yönünden hayranlık uyandırmak olmalıdır.

Netice olarak şunu söyleyebiliriz: İnsanlığın ruh güzelliği ve kültür zenginliği olan, musiki ve edebiyat konusu insanlıkla başlamış ve tekamül ederek bugünlere kadar gelmiştir. Sazlarıyla, icrasıyla, bestesiyle, güftesiyle ve ilmi tekâmülüyle her devirde gelişmesini sürdürmeye de devam edecektir.”

Bekir Aksoy’a katılımlarından dolayı İLESAM Yönetim Kurulu üyelerinden Durak Turan Düz tarafından bir “Teşekkür Belgesi” takdim edildi.

Görüntünün olası içeriği: 3 kişi, ayakta duran insanlar

 Etkinliğin ikinci yarısını oluşturan Şiir Dinletisi Mahir Ünat tarafından gerçekleştirildi.

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, oturuyor

Mevlana, Atatürk, lale, aşk, vatan, 15 Temmuz, dostluk, babaya ağıt temalı şiirler güne güzellik kattı.

Hanifi Işık, Seyfettin Çoban, Hasan Bakay, Ahmet Afacan, Durak Turan Düz, Bekir Yeğnidemir, Abdullah Satoğlu, Musa Ay, Hatun Tülin Şenel, Necati Özdenkoş, Cihat Solmaz, Sadık Kılıç, Ali Kemal Parıldar, Şakir Susuz, Sevinç Doğancan Güven, M. Ufuk Mistepe, Osman Acar, İlter Yeşilay, Sibel Unur Özdemir, Orhan Vergili, Şerife Badısaba, Necati Aslan, Aida Zeynalova, Mustafa Kaya, İbrahim Yaman, Elifçe, Tuncer Ulusoy, Necmi Dal, Hüseyin Ünlü, Hayrettin Gültekin, Bayram Yelen, Abbas Turan, Nurettin Gür Ozanoğlu, Ozan Dudai, Zeki Akdoğan ve Murat Duman etkinliğe katılan isimler arasındaydılar.

İLESAM çatısı altında güzel bir Cumartesi etkinliği daha anılardaki yerini aldı.

İLESAM Şiir Dinletilerimize şiire, sanata ve kültüre gönül veren herkesi- üyemiz olsun veya olmasın-bekliyoruz. Unutmayın!

 

HABER METNİ: Sibel Unur Özdemir

FOTOĞRAFLAR: Sibel Unur Özdemir-Orhan Vergili

TÜRKİYE İLİM ve EDEBİYAT ESERİ SAHİPLERİ MESLEK BİRLİĞİ

İLESAM GENEL MERKEZİ

Adres

:

İzmir 1.Cad. No: 33/16  Aydın Apartmanı, Kat:4  Kızılay / ANKARA

Tel

:

0 312 419 49 38

Faks

:

0 312 419 49 39

Web

:

www.ilesam.org.tr

E-Posta

:

 Okunma Sayısı : 4103         14 Kasım 2016

Yorumlar

Yorum Yap

Adınız Soyadınız

Girilecek rakam : 786997

Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.