İLESAM CUMARTESİ SOHBETLERİ ve ŞİİR DİNLETİSİ
(14 MAYIS 2016)
“ Afganistan’ın Dünü Bugünü ”
Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği’nin gelenekselleşmiş Cumartesi toplantılarından biri daha 14 Mayıs 2016 tarihinde İLESAM Kültür Evi’nde gerçekleştirildi.
Edebiyatın, sanatın, kültürün ve aktüel konuların konuşulduğu, şiirlerin okunduğu İLESAM imzalı bu etkinlik İLESAM Genel Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız’ın yaptığı açılış konuşmasıyla başladı.
Parmaksız “Geçen yıl hayata geçirdiğimiz “Mahnıdan Şarkıya” projemizin temelleri Azerbaycan Bestekârlar Birliği Başkanı Firengiz Alizade’yle Bakü’de yapılan görüşmeler sonucunda uluslararası bir protokolle atılmıştı. Protokol kapsamında yer alan “Türk Dünyası Konserler Dizisi”nin ilki olan “Mahnıdan Şarkıya” kardeş ülke Azerbaycan ile can bulmuştu.
Protokolde yer alan bir başka madde; her iki ülkeden ikişer kitabın çevirilerinin yapılarak edebiyat dünyasına kazandırılmasıydı. Proje kapsamında Anar Rıza’nın “Yaşamak Hakkı” ve Pervin Nuraliyeva’nın “Sevdim Seni” isimli kitaplarının baskıları Türkiye’de yapıldı. Bu kitapların tanıtım programı ise 26 Mayıs 2016 tarihinde saat 14.00’de Türk Tarih Kurumu Salonu’nda yapılacaktır. Yine bu projenin bir parçası olan ve üyelerimizin şiirlerinden oluşacak “Sevgi ve Aşk Şiirleri Antolojisi” çalışmaları devam etmektedir.
‘Türk Dünyası Konserler Dizisi’nin 2016 yılı programı “Hoyrattan-Şarkıya” adıyla Kerkük’te ve Ankara'da yapılacak. Bu konudaki çalışmalarımız hızla sürmektedir. O coğrafyanın buna ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. O coğrafya harita üzerinde sınırlarımızın dışında görünse de asla kalbimizin dışında kalamaz.
Öte yandan “Esere Saygılı, Korsana Karşıyız” Ulusal Slogan ve Logo Yarışmamızın sonuçları belli oldu. Ödül törenimizi 2 Haziran 2016 tarihinde saat 13.30’da Yunus Emre Kültür Merkezi’nde gerçekleştireceğiz. On iki farklı ilden öğretmen ve öğrencilerimizi ağırlayacağız. İLESAM bu projesiyle; eser kavramını öğrencilere öğretmek ve halkımızı özellikle Ortaokul ve Lise öğrencileriyle beraber eğitim-öğretim çalışanlarını 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri kanuna göre her türlü korsana karşı bilinçlendirmeyi amaçladı. 2012 yılında hayata geçirdiğimiz bu projeyle çocuklarımızda korsan yayın bilincini uyandırmayı hedefledik.
Tüm bu çalışmalarımızın yanı sıra uluslararası bir sempozyum hazırlığı içerisindeyiz. Yurt içinden ve dışından katılımların olacağı bu sempozyum üç gün sürecek. Bilindiği gibi 2016 yılı Ahmet Yesevi yılı ve biz de sempozyumumuzun konusunu ‘Ahmet Yesevi’de Birlik’ olarak seçtik.
Şimdi üyelerimizden Merih Baran sizlere Afganistan’ın dünü ve bugünü konusunu içeren bir konuşma yapacak.” diyerek konuşmasını yapmak üzere Baran’ı kürsüye davet etti.
Sayın Merih Baran’a ‘Afganistan’ın Dünü, Bugünü’ temasını içeren notlarını bizlerle paylaştığı için teşekkür ediyor ve notlarından oluşturduğumuz derlemeyi sizlerle paylaşıyoruz:
“Afganistan medeniyetin beşiği olan Orta Asya topraklarında asırlar önce yerini almış, araştırmaya değer farklı bir ülke. Bugün ne yazık ki hala kalkınamamış hatta daha da gerilerde kalmış.
Asırlar boyu gelişen olaylar bazı toplulukları ileriye taşırken, bazılarını da geride bırakmış. Tarih sayfalarında Göktürk’e ait bir destan vardır. Bu destan Altaylarda ‘Küçük Çocuk ve Çift Kurt’ ya da ‘Bozkurt Destanı’ olarak biliniyor. Bu kayıtlardan, Göktürklerle ilk temas eden topluluğun Çin Co tor Hanedanı, diye bilinen bir hanedan olduğunu öğreniyoruz.
Yedinci asırda (629) yazılmış bu destandaki bilgileri 18. asırda Fransızlar, 19. asırda da Almanlar ele almışlar. Bu kayıtlar elde bulunan çok büyük bir kaynak. Çünkü o toprakların en eski sakinlerinin yaşantılarındaki ayrıntılar, bu destanla aydınlığa kavuşmuş. Afganistan, Orta Asya’nın göbeğinde bütün bu medeniyetlere beşik olmuş bir ülke.
1937’de aklı eren bir çocuktum Afganistan’ı tanıdığım zaman. Çocukluğumun dört yılını orada geçirdim. Bugün hala bu geri kalmışlığın nedeni nedir, bilmek isterim. İki binli yılları yaşıyoruz. Ne yazık ki bugün, o günlerden de daha gerilerde kalmış durumda. Bunun nedeninin üstünde durup düşünmemiz lazım.
Günümüzde başka bazı ülkeler de hala geri kalmışlık içinde yaşıyorlar. Öbür tarafta ise bilgisine ve kuvvetine dayanarak bunların üzerinde hüküm kuran, kurmaya çalışan milletler de var. Bu çok önemli bir konu.
Hepimiz biliyoruz ki kalkınmak için çağı yakalamak lazım. Çağı yakalamak içinse; o ülke insanının öncelikle toprağını, ülkesini çok sevmesi, çok çalışması, çok okuyarak aydınlanması, kendi insanı ile kavgadan-dövüşten uzak kalması, dayanışma içinde olup dış güçlere karşı güçlü olması gerek. Bugün hem terörün hem iç huzursuzluğun içinde yaşayan Afgan halkından pek çok kişinin ölümü göze alarak Batı’ya göçmeye çalıştığını görüyoruz. Hem üzücü, hem düşündürücü bir olay. Bu nedenle önce Afgan halkını tanıyalım, diyorum.
Tarihlerine baktığımızda soy bakımından Afganlıların değişik ırklardan geldiklerini görüyoruz. Bunlar Tacikler, Afganlar Kafiriler ve Dardiler’dir. Bunlardan Kafiriler ve Dardiler en eski yerleşiklerdir.
İkinci olarak Tacikler ve Afganlar gelir. Kalan nüfus ise Özbek, Türkmen, Kırgız ve Hazarilerden ibarettir. Sünni Afganlılara karşı bunlar Şii’dirler. Hepsi kendi içlerinde kendi örf ve adetlerine göre yaşarken toplum hayatında çalışmaları ile bir bütün oluyorlar. Hepsi Afganistan vatandaşı kimliği ile anılıyor.
Afganistan adı, tarihin akışı içinde edinilmiş bir isim.
Geçmişe ait bazı tarih kayıtları, Afganistan adının üç bin yıl öncelerinde “Ari- A’na” olduğunu yazıyor. Lügat anlamıyla bu kelimeyi iki hece olarak ele alıp incelediğimizde; birinci hecedeki ‘ari’ hecesi, Hind-Avrupa dil ailesinden olup ‘ırk’ anlamına gelmektedir. İkinci hecedeki ‘A’na’ ise nahiyeler, bölgeler, taraflar anlamı taşır. Bu durumda ‘Ariana’ kelime olarak Ari ırkın yerleştiği bölgeyi, yani vatanı ifade ediyor. Tarihe baktığımızda Almanların da ‘Ari ırk’tan olduklarını görüyoruz. Bu durumda, Ari ırktan gelen Alman milletinin kök vatanlarının Ariana olarak bilindiğini ve Doğu’dan Batı’ya göç eden bu kavmin Avrupa topraklarına yerleşerek zaman içinde alman milletini meydana getirdiğini yazan kayıtlar var.
Asırlar önce Afganlılarla Almanların aynı ırktan olduklarını, aynı topraklarda yaşamış ve aynı kökü paylaşmış iken sonradan göçler sebebiyle ayrı ayrı topraklarda yaşayan iki millet olduklarını açıkça görüyor ve kabul ediyoruz.
Afgan Havayolları’nın adı da bildiğiniz gibi Ariana’dır.
Afganlıların geçmişleri İslamiyet’ten önce; yani bin dört yüz küsur sene evvel, birkaç kavmin karışmasından oluşan ve adı ‘Tuh-Ari’ medeniyeti diye anılan bir medeniyet olarak önümüze gelmekte.
Tuhari medeniyeti, ‘Tuhari’ asıllı ‘Kuşan’ hanedanına ait bir medeniyettir. Bu medeniyet zamanında Afganistan topraklarında Budist sanatı çok gelişme göstermiştir.
Afganistan’ın önceleri ‘Bahtar’ sonraları ise ‘Horasan’ adını aldığını görüyoruz. Son olarak da 1747 yılında Ahmed Şah Durani tarafından bugün bildiğimiz Afganistan adını ile adlandırılmıştır. Bilim ve sanat sahasında ise Batı için Doğu büyük bir kaynak olmuştur. Bu konuda Afganistan’ı önemli bir araştırma merkezi olarak görüyoruz. Yazılı kalıntılar geçmişteki bilimin ve ilimin tespiti için kaynak olmuş ama bunlar ancak okunabildiği kadarıyla değer kazanıyor. Budizm zamanındaki inançlara dayalı olan düşünceler ve olaylar yazıyla değil daha çok taş üstüne şekillendirilen ya da heykel şeklinde yontulan insan ve hayvan figürleri ile kalıcı kılınmış. Geçmişte görsel olan bu yön kullanılmış ve ilgi görmüş.
Gördüğümüz şu ki Orta Asya bu konulara beşik olmuş bir dünya haritası; çünkü bilim de sanat da Doğu’da hayat bulmuş, göçlerle birlikte Batı’ya taşınmıştır. Bunun sayısız örneği var İbni Sina gibi, Farabi gibi.
Yüz yıllar içinde göçler yüzünden Afganistan toprakları da Doğu’dan Batı’ya akın eden kavimlerin elinde bazen geçici, bazen de kalıcı merkez olarak kullanılan topraklar olmuş. Bu göçlerde haberleşmelerde at kullanılıyormuş. Mesafeler uzun olduğu için atların dinlenmesi gerektiği yerde devreye develeri sokarlarmış. Haberi götüren bu atlılara ‘Berid’ deniliyormuş.
Afganistan toprakları M.Ö. 250 yılından M.S. 50 yılına kadar yani sekiz yüz yıl Doğu’dan Batı’ya akın eden bu kavimlerin göç ederek yerleştikleri topraklar olmuş.
Bu tarihte Belh’te kurulan Yunan- Baktriyan sülalesini görüyoruz. Bunu takip eden tarihlerde ise Sakalar yani İskitler ve Kuşanlar birleşerek bu topraklarda az evvel bahsettiğimiz Kuşanların kurduğu ‘Tuh-Ari’ adıyla tanınan o medeniyeti kuruyorlar. Bu medeniyet Türkistan ülkelerine kadar gelişmiş ve genişlemiş ama daha sonraları M.S 480’e doğru Hunlar ve Sasaniler arasında bölüşülüyor. Bundan sonran sekizinci yüz yılın başlarına kadar Mazdeizm’in ve Budizm’in tesiri altında yaşamış Afganlılar.
Bazı kayıtlar 11. asrın ilk yarısında Afganlıların İslamiyet’i, Emevi halifelerinden Abdülmelik İbni Mervan ve Veziri Haccac zamanında kabul ettiklerini yazsa da bu tarihin 11. asır değil 8. asır olması gerekir; çünkü İbni Mervan’ın (646-705) ve Veziri Haccac’ın (661-714) yedinci ve sekizinci asırda yaşadıkları bilinmektedir.
On altıncı yüzyıldan on sekizinci yüzyıla gelinceye kadar Afganistan’ı yine içerde iktidar mücadeleleri içinde görüyoruz. Durum böyle olunca dış güçler bu iç kavgalardan ve uyuşmazlıklardan her zaman faydalanmasını bilmişlerdir. Özellikle İngilizler.
Son sülale olarak iktidarda Dürraniler yer almış. Bu arada İngilizler fırsat buldukça Afganistan’a saldırmışlar; çünkü hep kuzeyden gelecek bir Rus saldırısı ve işgalinden korkmuşlar.
Afgan milletini, bağımsızlığına düşkün dış güçlere karşı topraklarını korumak konusunda çok hassas bir millet olarak görüyoruz ancak ne var ki kendi içlerinde hiçbir zaman tam bir birlik kuramıyorlar. Bu durum hem kalkınmalarına, güçlenmelerine engel, hem de geri kalmalarına neden olmuş. Günümüzde de ne yazık ki görünen bu.
Afganistan toprakları doğu ile Batı arasında bir kilit bölge olarak önemli olduğu kadar işlenmemiş madenleri bakımından da her zaman dış güçlerin ele geçirmek istedikleri topraklardır.
Bu bölgede tarımın Afganlılar eliyle başladığına ait bulgular vardır. Kuzey bölgesinde petrol, Haybak’da kömür, Hindikuş Vadisi’nde demir madenlerine sahiptir. Kaboul’un doğusundaki Bedahşi Dağları’ndan getirilen ‘Yakut’i –Bedahşi’ ismi ile bilinen yakut ise çok kıymetlidir.
1300’lü yıllarda yani on dördüncü asırda yaşana İbni Batuta (1304-1369) Anadolu toprakları dâhil pek çok ülkeyi dolaşmış ve seyahatnamesinde gördüklerini yazmıştır.
Geçmiş tarihini çok kısa olarak anlattığım bu dost ülkenin daha yakın tarihine yani 18. yy.ın ilk yarısına baktığımızda Dost Muhammed Han’ın iktidarını görüyoruz. On dokuzuncu asırda ise yani 1840 yılında İngilizlerin saldırısı karşısında Afganistan yine yenilgiye uğruyor ve işgal ediliyor.
Afganlıların geri kalmış bir millet olması, topraklarını koruma noktasında dövüşkenliklerini hiç azaltmamış ne var ki kendi içlerindeki iktidar hırsının sebep olduğu zafiyetler düşmana çok fırsat yaratmışlardır. Meydana gelen çatışmalar aralıklarla devam etmiş ve Afgan halkına hep savaşların, dövüşlerin içinde fakirliğin, geri kalmışlığın çaresizliğini yaşatmış.
Yakın tarihimizde (17. yy-1847) yıllarında Afganistan’daki sülalelerin sonuncusu olarak iktidarda -Düranileri- görüyoruz. Türkiye, Afganistan’ın bağımsızlığını 1750 yılında ilk kabul eden ülke olmuş. 1885 yılına geldiğimizde ise Ruslar ve İngilizler bir anlaşma yapıyorlar ve mücadeleden vazgeçiyorlar.
Bütün bu olayların gelişmesinde başa geçen yani iktidarı eline alan liderlerin kişiliği ne kadar önemli ve ne kadar etkili ise onların bilgisinin ve eğitiminin de bir o kadar önemli ve etkili olduğunu düşünmemiz gerekir.
Buraya kadar gördüğümüz şu ki; geri kalmış ülkelerin idareleri, içerde demokratik kurallara göre yürütülemediği takdirde o ülkelerde, iktidar uğruna hep kan akıtılmış. Afganistan’da da bunu görüyoruz. Burada eğitim almış kesimle, almamış halkın bütünleşmesi çok önemli. Bunun için aşiret şartlarını benimseyen ve körü körüne geleneklerine bağlı olan halkın eğitilmesi gerekli. Onlar kendi yasalarını asırlar boyunca hep kendileri yazıp kendileri uygulamışlar. Yenilikleri kabul etmeleri çok zor. Özellikle şeriat kanunları çok etkili. Demokrasi dışında babadan oğula, ya da sülale içinde devrederek sürdürülen idari sistemlerin, pek çok sorunu beraberinde getirdiğini başka ülkelerde de görmekteyiz.
Biz, ancak demokrasi ile sağlanacak barışın ve huzurun bu dost ve kardeş ülkede, yani Afganistan’da daima hâkim olmasını diliyoruz.”
Konuşmasında Afganistan’ın dününe-bugününe yer veren Baran, kendisine yöneltilen soruları da cevapladı.
Merih Baran’a katılımlarından dolayı İLESAM Yönetim Kurulu üyelerinden Durak Turan Düz tarafından bir Teşekkür Belgesi takdim edildi.
Etkinliğin ikinci bölümünü oluşturan Şiir Dinletisi İLESAM üyelerinden Rıfat Çakır tarafından sunuldu.
Ozan Zebuni, Ali Kemal Parıldar, Vedat Fidanboy, İhsan Hökelekli, Bekir Yeğnidemir, Cahit Karaç, Seyfettin Çoban, Âşık Sevdai, Ahmet Ateş, Sibel Unur Özdemir, Orhan Vergili, Durak Turan Düz, Muharrem Şahin, Mehmet Sevinç, Köksal Özenç, Hanifi Işık, Tuncer Ulusoy, Sevinç Doğancan Güven, Tülin Hatun Şenel, Hüseyin Ünlü, Bekir Aksoy, Necati Özdenkoş, Mahir Ünat, Fevzi Gökalp, Sadık Kılıç, İbrahim Yaman, Uğur Bulut, Murat Duman, Muzaffer Karslı, Ali Kahraman, Bayram Yelen, Osman Çiftçi, Ali Haydar Karahacıoğlu programa katılan isimler arasındaydı.
İLESAM çatısı altında gerçekleşen birbirinden güzel şiirlerin yorumlandığı güzel bir Cumartesi etkinliği daha gönüllerdeki yerini aldı.
Unutmayın, ‘İLESAM Şiir Dinletileri’mize şiire, sanata ve kültüre gönül veren herkesi- üyemiz olsun veya olmasın-bekliyoruz.
HABER METNİ ve FOTOĞRAFLAR: Sibel Unur Özdemir
TÜRKİYE İLİM ve EDEBİYAT ESERİ SAHİPLERİ MESLEK BİRLİĞİ
İLESAM GENEL MERKEZİ
Adres
:
İzmir 1.Cad. No: 33/16 Aydın Apartmanı, Kat:4 Kızılay / ANKARA
Tel
0 312 419 49 38
Faks
0 312 419 49 39
Web
www.ilesam.org.tr
E-Posta
ilesam@ilesam.org.tr
Adınız Soyadınız
Girilecek rakam : 28018
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.